Hepimiz her gün kendimiz için ve kendimize rağmen aldığımız kararlarla ve yaptığımız tercihlerle kendi yolumuzu çizmekteyiz. Bazen bu tercihi güvendiğimiz insanlara bırakırız ve hep yarı yolda kalırız.
Çoğu zaman unuturuz bizleri yaratan, bizleri rızıklandırarak yaşatan, yolu yaratıp yolcuyu yola koyan Rabbimizi. Kendimize kendi gözlerimizle bakarız da hiç Allah’ın nazarıyla bakmayı düşünmeyiz. Bundan dolayıdır ki hep kendimizi görür de Rabbimizi idrak etmeyiz. İnsan hep bir yol arayışındadır, bu arayışın sonunda tercih ettikleri yol nefislerine, kişiliklerine ya da oyunlara tabiyse o yol beyhude bir yoldur. Aşkla yoğrulmuş buyruklar üzerine yapılan her muhabbet, ruhun kalburundan elenip incelerek içimizde süzülmeye devam eder. İnsan kendisine müsaade edilmediği için değil, rüya gibi gelen yaşamında tecrübe ettiklerini kuşatacak bir varoluş bulamadığı için anlatamaz gördüklerini. Mültecileşmiş gölgeliğin manevi ağırlığı altındaki yolculuklar eski, yorgun ama umutlu yanları iyice yorup karanlık ve yoksun bırakır.
Kaybetmişlik hissi hayatın en mahrum en derin köşelerine kadar siner, kalpteki kıymığın battığı yerde durur ve bunu ne kendi çıkarabilir ne de bir başkası. İnsan sürekli olarak üstesinden gelemeyeceği tehlikelerle yüzleştiğinde nihai savunma olarak gördüğü kaçınmaların yerine Allah'ın ipine sımsıkı sarılarak yeniden var olabilir. İnsan bütün yaşananlar karşısında gömülmüş sessizlikten sonra yeniden ses bulmaya başlar. Gün geçmiyor ki şer ittifakı dünyanın farklı bir köşesinde yeni bir savaş başlatıp yeni bir zafer kazanmış olmasın. Bu yaraya deva olacak merhemi bulmak için topyekün seferber olup birlik olmalı. Ve günü geldiğinde, kimseden nefret etmeden farklı olan ne varsa senin olana sahip çıktığın gibi sahip çıkmalı. Beden düşüşe geçtiğinde ruhun yükselişe geçmesi ebediyet okyanusunun dipsiz derinlerinden süzülüp çıkmak gibi bir şeydir. Birbirine gönülden bağlı olanların bağı kolay kolay kopmaz. Bir kişi dünyadayken ölüyse ölümden sonra da öyledir. İnsanoğlu dünyevi bağlılıklarını ve nefsani arzularını kendisi için mürşid edinmiştir.
Dünya denen hırsız, görme kabiliyetimizi zincirlere vurmamıza da sebep oluyor. İnsanlar hırslarından dolayı ihtiyaçtan fazlasını tamah ederler, hep daha fazlasını isterler. İnsanın fitnesi ve imtihanı hırsıdır. Bulunulan yeri küçük görme. Çünkü hiçbir şey yerinde sabit durmuyor. Gün gelir yüksektekiler dibi bulur, diptekiler kendisini yüksekte bulur. Birçok zaman, güneşin ışıklarının sisi andıran yağmurların içinden müthiş bir parlaklıkla etrafa saçıldığına şahit olunmuştur. Şayet bir kişi başta kendi kalbine bakar ve yine de dürüstçe kabahatsiz olduğuna kanaat getirirse o zaman bu kişiyi adaleti mutlaka tecelli edecek olan adaleti, mutlak güç sahibine havale etmek gerekir. İnsanların aldığı tedbirler şerri uzak tutmaya kafi gelmez. Allah'ın inayeti olmaksızın şerrin önüne set çekilmez.
Belirsizliğin hükümdar olduğu bu çağda yaşamak, azınlık insan grubunun dışında genel olarak oldukça zordur. İnanmışlar için hayatın türlü hallerini tadarak bir beladan diğerine savrulan insanlar yuvarlanarak büyüyen bir kartopunun takip ettiği yol kadar dosdoğrudur. Hayatınızdaki esaret zincirlerini kırarak ve hayatınızda en azından bir kez olsun hücrenizden dışarı adım atarak hürriyeti doya doya solumalısınız. Yoksa insan yaralı olduğuna inandığı zamanlarda bulduğu ilk çatlağa kendisini atarak kurtulmak ister. Yaşanan her olumsuz durum insanda yönünü ne tarafa dönerse dönsün sanki başka bir dünyaya aitmiş gibi bir sarsılmışlık hissi , derin bir ıstırap ve korku verir.
Gece ancak dua, tefekkür ve şükürle güzelleşir. Korkular ancak Allah'a dayanarak bertaraf edilir. İnsan bir başkasının ıstırabının farkına vardığında kendi ıstırabıymış gibi olmaya başlar yani şifa buhranını bu reçeteyle çözer. Başkalarının acılarını inkar etmeden ve bu acılardan uzaklaşmadan kendisine insani vicdan modelleri arar. İnsan ancak ateşin içine düştüğünde felaketten pay aldığını anlar vesselam.