Siz gerçekten hangi dine inanıyorsunuz? Sessizliğe suskunluğa, korkaklığa, bana dokunmayan yılan bin yaşasına, neme lazımcılığa, mankurtçuluğa mı inanıyorsunuz? Avuntulara,  kuruntulara, kısır çekişmelere, kibre, dedikoduya, zanna, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya, en yakınındakinin bir gün düşmanın olacağına mı inanıyorsunuz? Sahi  soykırımcılar tarafından çocukların, kadınların, yaşlıların, erkeklerin görülmemiş bir vahşetle katledilip ortalığın kan banyosuna döndürüldüğü ne gecenin ne gündüzün ne de zamanın hiç anlamının kalmadığı bir an yaşadınız mı? Kopan kolların, başların, ayakların poşetlere doldurularak bir babanın bir elinde kolu, diğer elinde bacağı olan çocuğunu taşırken o babanın acısını hissedebildiniz mi?  Yürüdüğümüz yolun en kısa zamanda biteceğini anladık mı? Hikayelerin anlamına bir süre sonra kulak tıkatılacağı duygular yaşadık mı? Üç gün hiç yemek yememiş bir kahramanın otopsi raporunun yanında birçok otopsi sonucunun aşırı yemekten ölüm olduğunun utanmazlığı düşerken haber kaynaklarına, hala suskunluk dilinin erbabı olmaktan övüne duruyoruz. Dileniyoruz sonu gelmez ve hiçbir işe yaramaz eskisi gibi heyecan yapmayan, karşılığı olmayan sloganlardan. Ağlamadan ağlamış gibi yapıyoruz  üç gün değil, bir gün değil, bir öğün bile aç kalamadan, susuzluk nedir bilemeden. Susuzluktan dudaklarımız çatladı mı hiç? Bütün su şebekelerinin yerle bir edildiğinde rengi değişmiş sularla, yağmur damlalarından biriken sularla bidonları doldurarak susuzluğunuzu giderdiniz mi? O çocukların gözlerinden bakabildiniz mi dünyaya? Günlük hayatında hiçbir zevkten mahrum kalmayan, kaldığında psikolojisi bozulup soluğu terapide alan çocuklar, kadınlar Gazze’deki çocukların, kadınların bir günlük hayatını yaşadınız mı? Zamanın kıymetinin kalmadığı, bir anının bile garantisinin olmadığı bir zamansızlık duygusunu yaşadınız mı? Çocuklar biz hangi suçtan dolayı öldürüldük dediklerinde; erkekler, kadınlar suçsuz yere niçin öldürüldüğüne dair cevabı olan var mı, yüzlerine bakmaya cesaretiniz var mı?

Kalp dilinin konuşmadığı, kalp ile düşünülmediği, kalp ile hüküm verilmediği bu yeni dünyada aklın putçuluğunun hayatımızın her alanını sardığı bu coğrafyanın merhamet ilacıyla iyileşeceği fikrinin artık rafa kaldırılması hangi inancın temennisidir? Ve hepimiz alışkanlıklarımızın gönüllü kulları olmuşuz. Kötülüğün suçu sadece zalimin suçu değil sessizliğin suçu, üç maymunu oynamanın suçu, utanmazlığımızın, yüzümüzün kızarmamasının, insafsızlığımızın, birbirimizin aleyhinde hiçbir delile dayanmayan kaynağı tamamen iftira fabrikalarının ürettiği ürüne dayalı dedikoduların suçu. Rahatımız bozulmasın, kazandıklarımız eksilmesin derdinde olan zavallı insancık kitlesi; hala utanmadan, onursuzca, bir avuç onur ve haysiyet mücadelesi veren insanlığın onuru, hürriyet savaşçısı Gazzeliyi suçlar. Akılsız, aklını başkalarına kiraya vermiş zavallı ve sefil halklar, kötülüğün suç ortağı olmakta mahir, iyilikte ise kör ve sağırdırlar. İnsanlık mücadelesi veren bir avuç seçkin ve güzel halkı gözümüzün önünde elimizden alarak, evlerini yıkarak, arazilerini işgal ederek ve soykırımın en alasını işleyen katil sürülerine sessiz kalarak izin vermek midir inanç dediğimiz şey? Bütün bu felaket ve hasarın hepsi  gözümüzde büyüttüğümüz  düşmandan gelmiyor. O sahip olduğumuz inancın yüceliğinin, mensubu olduğumuz dinin, yaratıcımız olan Rabbimize olan imanın, güvenin, dayanağın yerine koyduğumuz dünyalık düşmana sıkı sıkıya bağlanmaktan geliyor. Bugün bu azılı düşmanın aslında bizim gücümüzden fazla gücü yok. Onun gücü bizlerin kendi elimizle ona sağladığımız avantajlardan kaynaklı. Hiç durmadan, durdurulamadan, hâlâ üzerimize yürüyorsa yolu biz açıyoruz, elindeki sopayla bizi dövüyorsa o sopayı onun eline biz verdik ve bütün bu zulüm, bizim aracılığımız ve bizlerin işbirliği ile oluyor. Yoksa bu koca coğrafyada tükürsek tükürüğümüzde boğulacak, birer kova su döksek hepsi denize dökülecek. Bütün bu yaşananların hepsi kendi içimizde cesur ama dışarıya korkak ve sessiz oluşumuzdan yani anlayacağınız aman sessiz olun kimse duymasın mantalitesinden.