Kapitalizmin pik yaptığı, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan maddeperest sistemlerin altın çağını yaşadığı bir zamandayız.
Devletlerin değişik tedbirlerine rağmen, zam ve zulümlerin durdurulamadığı bir dönem. Marketler, emlakçılar, galericiler ve daha birçok şirketler mütemadiyen fiyatları tırmandırmaya devam ediyorlar. küresel bazdaki para baronları ve döviz cambazları tam bir felaket… Evet, tapınırcasına paraya tapanlara söz para etmez. Ama insani duyguları hala diri ve fıtratı bozulmamış olup bu paragözlerin oluşturduğu algılardan etkilenen insanlara, birkaç hadis ve bir kıssa…
Resulullah (sav) şöyle buyurur: “Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncü bir vadi daha arzu eder. Âdemoğlunun karnını ancak toprak doldurur. Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” (Müslim, Zekât, 116) “Âdemoğlu büyürken beraberinde şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür (dileği).” (Buhârî, Rikâk, 5) “Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26)
Mutarrif (ra), babasının şöyle anlattığını naklediyor:
“Peygamber’in yanına geldim. Bu sırada Elhâkümü’t-tekâsür (Çoklukla övünmek sizi oyaladı) sûresini okuyordu. Ardından şöyle buyurdu: ‘Âdemoğlu ‘Malım, malım!’ der. Ey âdemoğlu! Acaba yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sadaka verip (âhirette karşılığını almak üzere) önden gönderdiğinden başkası senin malın mıdır?’” (Müslim, Zühd, 3)
Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü.
Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin mesafedeki bütün yerleri sana vereceğim. Fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen şartıyla.” der.
“Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der:
“Bir insana işte bu kadar toprak yeter..!”
Her tamahkarlığın sonu dünyada böyle acıklı bitmeyebilir. Ama emin olalım ki, ahiretteki akibeti çok daha elim olur. Şu halimize bakın! Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…
Yaşlandıkça besliyoruz, gençleştiriyoruz arzularımızı. Biriktirdikçe hayata olan bağlarımızı tahkim ediyoruz. Öyle bağlanıyoruz ki hayata, dünyaya ve dünyalıklara, hazlara ve heveslere; bir gün bu diyardan göçüp gideceğimiz fikri zamanla yitip gidiyor aklımızdan…
Tüketmeye de çok meraklıyızdır. Biriktirdiğimiz paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zamanı, gençliğimiz, ömrümüzü tüketiyoruz da farkında bile değiliz. Sözü, sağlığı, erdemi, fazileti, kısacası bizi biz yapan değerleri de tüketiyoruz… Benlik biriktirirken, benliğimizi tüketiyoruz.
Sofraya koyabildiğimiz, bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz. Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız? Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı, satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar, aslında fakiriz hepimiz… (alıntı)
Hakîm b. Hizâm (ra) anlatıyor:
“Resûlullah’tan (Huneyn ganimetlerinden) istedim, bana ondan verdi. Sonra yine istedim, yine bana verdi. Sonra tekrar istedim bu defa da verdi. Sonra şöyle buyurdu: ‘Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala tamah etmeden gönül zenginliği ile sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamah dolu bir kalple bu malı isterse, tıpkı yiyip de doymayan kimse gibi, onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür.’” (Buhârî, Zekât, 50) unutmayalım ki; “Dünyayı insanlara sevdiren hevestir. Heves de frenlenmeyip kabarmaya devam ederse, sonucu cehennem azabıdır.” Subheneke… Bihamdike… Esteğfiruke…