Yaşam serüveni her zaman dışarıya yönelik olan insan, kendi farkına vardığında mükemmel bir varlık olduğunu, bu mükemmel varlığın yanıltıcı yanının kabuk, gerçek yanının ise öz olduğunu ancak iş işten geçtiği zaman anlıyor.

Sürekli  dışarıyı görmek, dışarısı için yaşamak, dışarıyı muhafaza etmek ve dışarıya göre şekil almakla geçen ömür, insanı öz mayasından da uzaklaştırıyor. İnsan genelde kendi farkına belli bir yaştan sonra yani 50 – 60’ lı yaşlarda ya da hastalandığında varıyor. Kendisi için yapması gereken o kadar güzel ve faydalı işlerin olduğunu ama bir çoğunu  uygulama yaşının geçtiğini fark ediyor.

Ben bu zamana kadar ne yapmışım diye içine doğru döndüğünde,  içinde bir yolculuğa çıkıyor  ve özündeki insani delilin aklını başından alan gerçeğin ta kendisi olduğunu ,  özünün ne kadar temiz ne kadar güzel ve merhametli olduğunu keşfettikçe göğsüne dolan özlemin  ve içine dolan huşunun , kendisini büyüleyenin ve sarsanın kendisi olduğunu  fark ediyor . İçine dönmeyenin, kendisine hesap vermeyenin,  kendi içi ile barışmayanın dışarıya dönüklüğü bir kandırmacadan başka bir şey değildir. Dış seslerin kendisini ne kadar da yorduğunu her kulak kabarttığı sesin kendisini ne kadar da rahatsız ettiğinin farkına varıyor. Oysa iç sesinin kendisine yük olacak birçok şeyi nasıl da hafifleteceğini, içinin enginliğini, kalbinin yüceliğini hissetmeye başlıyor. Dışarıda açmak için uğraştığı kapıların birer bela olduğunu, bunlar için  verdiği ödünlerin yanında kendisinden hiç karşılık beklemeden içinde açılmayı bekleyen  kapılar olduğunu fark ediyor. Kökleri daha derin, dalları daha geniş, meyveleri daha tatlı, çiçekleri daha güzel kokulu,  hasadı daha asil ve güneşi daha parlak anahtarlarla.  İçimizde yürüdüğümüz her yol bir başka yola götürür bizi, yeter ki içe doğru yol alsın benlik. İnsan değiştirmek için uğraştığı dünyanın peşinde koşturmaktan yorulduğu gün anlıyor aslında kendisini dinlendirecek değişimin kendisinden başlaması gerektiğini. Dışarının varlığıyla sandığından daha büyük olduğuna inanan insan, içine yöneldiğinde  sandığından daha küçük olduğunu anlıyor. At gözlükleri ile değil kalp gözüyle baktığında göz penceresinin ne kadar büyük ve geniş olduğunu fark ediyor. Ne başkalarının ne de dünyanın bu çabaya bu yorgunluğa ihtiyaçlarının olmadığını düşünüyor. Kelimelerin içinde dans ettiğini, dili tutulmadan konuştuğunu, düşüncelerin ne kadar da özgür olduğunu, düşünceden düşünceye geçişinin ılık bir rüzgar esintisi gibi olduğunu, ne kadar kötü olumsuz ilişki yaşadıysa, yaralandıysa hepsini affettiğini ve bütün bunların içindeki uçsuz bucaksız alemin  büyüleyici varlığıyla  gerçekleştiğini öğreniyor. Bu dünyadaki agresifliğin, yok ediciliğin, doymazlığın kendisini tanımamaktan kaynaklı olduğunu, kendisini tanımadan başkasını tanıyan insanın içindeki anlamı hiçbir zaman fark edemeyeceğini anlıyor. Görüş ve bakışını, yetenek ve kabiliyetini sadece gözlere emanet eden insan sadece dışarıya bakar ve dışarıyı görür. Dışarıya bakan gözleri olduğu gibi içeriye bakan gözleri de olmalı insanın. Yoksa  her şeyin seyircisi olarak kalır insan. Mutlu olmak gibi derdi olmayan insan içinin enginliklerinde, derinliklerinde değil dışarının sığlıklarında kürek çeker. İçinde seyahat etmeyen, içinin tatil beldelerine uğramayan insan, kağıttan gemileri ile kumdan kuleleri ile suyun üzerinde saman çöpü gibi sağa sola salınır durur.