Hayat, beklenmedik kayıplarla dolu, ani ve öngöremeyeceğiniz acı sürprizlere gebe, aslında kısa olan ama uzun zannettiğimiz zamanda bir yolculukmuş aslında.

Her ne kadar öncesinden bilsek te bunu,  yaşaması daha da bir farklıymış. İçinde en derin acıları barındıran bu yolculuğun, belki de en zorlarından birisi ise annesiz kalmakmış.

Yaşamadan anlaşılmıyormuş anne kaybı. O sizle olmasa da varlığı yetiyormuş meğer.

Annesiz kalmak;

Daha karnındayken acılar çeken, sütünü veren, giydiren, yediren, içiren ve İlk adımlarımızda bize kol veren, düşersek kaldıran, kısaca her koşulda yanımızda olan en değerli varlığımızmış onlar.

Sadece bir kişiyi kaybetmekten öt;, evin sıcaklığının, yüreğin şefkatinin ve hayatın en büyük öğretmeninin kaybolması demekmiş keza.

O, bizim için hayatın anlamlarından biriymiş ve; kaybolduğunda, çoğu şeyin anlamı da derin bir boşluğa düşüyormuş dostlar!

Kaybedince daha iyi anlıyor insan;

Çocukluğunuzda onun sevgi dolu bakışlarıyla sarılmış olsanız da; zaman geçtikçe, onun da elleri yıpranır, kalbi ağırlaşırmış.

Ve o an gelmiştir artık;

Ve o anla beraber o haber de gelir. Doktorlar söyledi derler, ‘Tüm akrabaları yanında olmalıymış.” İşte o an anlarsınız her şeyi. Hele de gurbette olmayı.

Annesiz kalmak;

Onun yanımızda olmadığı günler, ruhumuzun en karanlık köşelerini biraz daha açığa çıkarır artık. Onsuz olmanın  acı gerçeği sanki kalbimize bir hançer saplanmış gibi hissettirir; her an bir yerlerden onu arar durursunuz artık. Geceye sorarsınız, odaya sorarsınız, eşyaya sorarsınız; eşinize, bacınıza, abinize, amcanıza, teyzenize, “Annem nerede?” dersiniz. Ama o artık yoktur.

Annesiz kalmak;

O boşluk kolayca doldurulamıyormuş, unutulamıyormuş, hafızanızın bir kenarında, her an sesi gelecekmiş gibi oluyormuş. Ve yoruyormuş insanı.

Annesiz kalmak;

Onun ardından dökülen her gözyaşı, hayatta kalma mücadelesinin bir parçası haline gelirmiş aslında. Yaşamak, yalnızca nefes almak anlamına gelirmiş; bir şeyler eksik, bir şeyler yarım kalırmış.  Her hatıra, bir yara daha açar, her anı da yüreğimizde yankılanan bir hüzün melodisi olurmuş.

Sanki başka kimseler yokmuşçasına kendinize sorarsınız sonra, "Hayatın anlamı ne? diye.

Sorular, sorular, sorular...

Bu sorular, ruhunuzu kemiren hayaletler gibi dolaşır artık zihninizde. Kayıp sonrası yaşam, bir kabusun içinde kaybolmuş gibi hissettirirmiş insana. Yalnızlık, en derin acıların yanına, sevdiğimiz birinin yerini alırmış. Biliyorsunuz, o artık aranızda olmayacak; ama onun hatıraları, en ağır yükünüz haline gelecek.

Annesiz kalmak;

Kabrine gittiğinizde, toprağa verdiğinizde, toprağın altında yatan o değerli bedenin yokluğunu derinden hissedersiniz. Gözleriniz dolarken, ona olan özleminiz bir sel gibi kabarır. Her damla gözyaşı, sanki onun hatırasını yaşatmak için dökülür. Gözleriniz, annenizin yokluğunun acısını yansıtırken, kalbinizde açılan yaralar bir kez daha kanar. O an, hele de gurbetteyseniz, onun yanındaymışız gibi hissetseniz de, aslında sadece kabrinin başında, yalnız bir bekleyicisinizdir aslında. Oysa o, kalbinizdeki en derin yaradır artık ve son eyvahlar ve keşkeler kifayetsizdir, yersizdir.

Annesiz kalmak;

Yalnızlık hissiyatıdır ha keza.

Onun hatıratları, yüzü,  gülümsemesi, ‘Anan kurban olsun sana’ şeklindeki her ses tonu belleğinizde yankılanırken, yaşadığınız bu kaybın ağırlığı kalbinizi ezmeye devam edecekmiş meğer.

Annesiz kalmak;

Acısı büyükmüş;

Gidişi kahır;

Ve varlığı yetermiş aslında;

Kaybolan sadece bir anne değil, ruhumuzun bir parçasıymış.

Başta da dediğim gibi: Hayat, kayıplarla dolu bir yolculuktur aslında. Önemli olan ise, bu yolculukta nasıl ilerleyeceğimizi bilmek ve sevdiklerimizi unutmamak. Çünkü o andan, acı haberden sonra, ‘Anne’ kelimesi, dilinizde bir hatıra, kalbinizde bir yara olarak kalacaktır artık. Ve unutmadan azizim! Yarın çok geç olmakla meşhurdur.

Vesselam,