İnsanın hayatında bazen iz bırakan olaylar yaşanır. Bu olaylar, bir bilgisayarın veri tabanına yerleşmiş gibi hafızamıza kazınır ve zaman zaman hatırlanır.

Hatta bazen, bu anıları belleğinizden çıkarıp çevrenizdekilerle de paylaşırsınız.

Şu anda benim yaptığım gibi;

Bundan birkaç yıl önce, bir izin dönemi öncesiydi. İkinci vatanımız dediğimiz, yaşadığımız topraklarda, Almelo şehrinin Yunus Emre Camii’nde Ramazan ayının teravih namazını kılıyorduk. Hemen sağımda 18-20 yaşlarında bir genç oturuyordu. Çok hasta görünüyordu; hali ve mecali olmadığı her halinden belliydi. Üstelik o gün televizyonda önemli bir futbol maçı vardı. Gençlik genellikle cami yerine topu tercih ederdi. Ancak burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu: Bu genç, hasta haline ve futbol günü olmasına rağmen, farz değil de sünnet olan teravih namazı için camiye gelmişti. O gün gerçekten çok etkilenmiştim. Ne kadar huzur verici değil mi?

***

Aradan birkaç yıl geçti ve Türkiye’deyim, öz vatanımda!

Ilıkça esen rüzgara sırtımı vermiş, bahçedeki kırık dökük taburenin üzerinde oturuyorum. Bir yerlerden çatlak, hiddetli ve asabi bir bağırma sesi duyuyorum. Sonrasında ise bir çocuğun, "Tamam anneciğim, sen nasıl istersen." dediğini işitiyorum. Sanırım komşular.

Tesadüf bu ya; o çocukla bir gün, öğle vakti mahallenin ara sokağında karşılaşıyoruz. Dayanamayıp çocuğa soruyorum, "Annen miydi öyle bağıran sana?"

"Evet," diyor ve ekliyor, "Aslında bir suçum yoktu. Ama o benim annem, kıramazdım ki onu."

Yeniden soruyorum, "Peki neden?"

Aldığım cevap ise gerçekten ilginç: "Allah (c.c) kitabında öyle buyuruyor, ‘Annenize öf bile demeyin.’"

Çocuğun ima etmek istediği ayet, Kur’an-ı Kerim’deki İsra Suresi’nin 23 ve 24. ayetleridir. Yüce Yaratıcı, bu ayetlerinde şöyle buyurur: "Onlardan biri veya ikisi yaşlılık çağına ulaşırsa sakın öf bile deme ve onları azarlama; ikisine de tatlı söz söyle." (İsra 23)

"Rabbim, ikisine de merhamet buyur. Beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri için onlara dua et!" (İsra 24)

***

Aradan iki hafta kadar geçtikten sonra, bir çay bahçesinin parkında arkadaşlarla otururken 8-9 yaşlarında bir çocuk gözüme ilişiyor. Elindeki dürümden bir parça alıp karınca yuvasına ekmek kırıntıları atıyordu. Merak ettim, tabi ki sordum çocuğa, bunu neden yaptığını.

Aldığım cevap bir kez daha ilginçti: "Annem bana karıncaları incitmemem gerektiğini söyledi."

Düşünebiliyor musunuz? O küçük yaşına rağmen, annesinden aldığı bu güzel terbiye ve ahlakla karıncayı incitmek şöyle dursun, kendi rızkını karıncalarla paylaşıyor.

Buradan şunu anlıyoruz:

Evvela hala içimizde bazı cevher tohumlarının olduğunu ve bu cevherlerin birer ekicisi bulunduğunu. Bir ailede ise bu ekicilerin çocuğun eğitimi için, özellikle annenin; sonrasında ise baba ve büyüklerin rolünün oldukça büyük olduğunu. Çünkü anlaşılıyor ki büyüklerimiz, gelecek neslimiz olan yavrularımız için gerektiğinde birer öğretmen, birer eğitimci vazifesi üstlenmektedir. Onlar bilgi ve birikimleriyle kendilerinden sonraki genç kuşaklara yol gösterir, engin hayat tecrübeleriyle toplumu aydınlatıp onların hayat eğitimine katkı sağlarlar. Onlar, kültürümüzün, geleneklerimizin, toplumsal ve sosyal değerlerimizin dünden bugüne taşınmasında adeta köprü vazifesi görmektedirler. Bu durumda bizlere ise net bir şekilde; onların hayat tecrübelerinden istifade ederek, hürmet ve saygıyla kuşaklar arasındaki bu köprüyü sağlamlaştırmak düşer. Çünkü çağı yakalamış medeni toplumlar, çocuklarına sahip çıkan milletlerden oluşur.

***

Yazımı sonlandırırken; Hz. Peygamber’in (s.a.v), “Küçüklerine merhamet etmeyen, büyüklerine saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizi, Birr 15; Ebu Davud, Edeb 66) uyarısını unutmadan, Gazali’nin şu sözlerini gönüllerimize nakşetsek diyorum: "Çocuk, ana babasının elinde bir emanettir. Kalbi, kıymetli bir cevher gibi tertemizdir. Mum gibi her şekli alabilir. Bütün yazı ve şekillerden uzaktır. Temiz bir toprak gibidir; hangi tohum atılırsa büyür. İyilik tohumu ekilirse din ve dünya saadetine kavuşur."

Sonuç olarak; biz, bizden evvelkilerin ekip biçtikleriyiz. Bizden sonraki nesiller de bizim gayretlerimizin semeresi olacaklardır. Zamandan ve çağdan şikayet etmek yerine, ihmal edilmişliklerimizin çehresinde, ihmallerimizin müstakbel neticelerini görmeye çalışarak, vazife ve sorumluluk itibarıyla; kalben, ruhen ve hissen dirilmeye çalışmalıyız. Böyle bir diriliş, hem bizim, hem bizden sonraki nesillerin dirilişi olacaktır.

Vesselam,

24-08-2024