3 Ocak 2025 tarihinde, Fransa Dışişleri Bakanı Jean Noel Barrot ve Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un Şam’da gerçekleştirdiği Suriye ziyaretinde akıllarda yalnızca magazin boyutlu bir detay kaldı. Ancak tokalaşamama kompleksi, gündemi öyle bir meşgul etti ki İslamafobiden tutun, din ve vicdan hürriyeti, kişi hak ve hürriyetleri gibi birçok devlet ve birey saygınlığını hiçe sayan söylem ve düşüncelere dönüştü.

61 yıllık Baas, 54 yıllık Esed rejiminin son 13 yıllık en kanlı mezaliminin ardından Avrupa’nın en büyük iki devletinin Dışişleri bakanları Suriye’ye resmi ziyaret yapıyor, Sednaya Hapishanesi’ni yerinde inceliyorlar, yıkılan bir ülkeyi kendi gözleriyle görüyorlar, zulmün ne boyutlarda yaşandığına resmi olarak tanıklık ediyorlar; ancak geriye yalnızca Ahmed el-Şar’a’nın Annalena Baerbock’un elini sıkmaması gündem oldu. Buradan yola çıkarak Batı’nın Doğu’ya ya da Müslümanlara bakış açısını, Gazze’ye karşı duruşlarını tam olarak görebiliriz.

Batı, her zamanki gibi ikiyüzlülüğünü göstermekten çekinmeyen bir ukalalık ve hadsizliktedir. Sözde hümanist özünde ise anti hümanist bir egoist, sözde adalet savunucusu özünde ise bütün zulümlerin finansörü, ortağı ve fikir babasıdır. Batı, kendi cenazesinde bütün dünya yas tutmalı gibi davranan ama başkasının cenaze evine, taziyesine gidip ikramın tadını eleştiren, espri yapan, kahkaha atan kendini bilmez insanlıktan nasibini almamış bir yobazdır. Neyse mevzumuza dönelim…

Dünyada 200 üzerinde devlet var. Devletler, başkalarının dışında kalıp kendi içinde örgütlenen en büyük organize yapılardır. Bir devletin başka bir devlete ne benzeme ne de benzememe zorunluluğu vardır. Her devlet halkının gelenek, görenek, din, kültür ve tarih sosyoloji ile varlığını kurumsallaştırır. Devletlerarası ilişkiler genel anlamda belirli bir protokol nizamına standardize edilmiştir. Üslup, davet, kabul, ağırlama, uğurlama, tepki verme, karşı çıkma, reddetme gibi yüzlerce davranış modeli uluslararası ilişkilerde belirli bir ölçüde mütekabiliyete tabi tutularak standartlaşmıştır. Mesela bir cumhurbaşkanını cumhurbaşkanı, başbakanı başbakan, bakanı bakan karşılar, ağırlar. Burada bir mevkidaşlık gözetilmektedir. Mesela eşli bir ziyarette eşli karşılama münasip görülmüştür. Ama hiçbir uluslararası ilişki kaidesi bulamazsınız ki tarafların örfü, inancı ve değerleri hiç sayılsın. Mesela alkollü bir yemek programı alkolü haram kabul eden inançtaki devletler için alkolsüz yapılabilir ama alkollü yemekte hiç kimse alkolü haram gören bir kimseye içki içme zorunluluğu var diyemez. Aynı şey resmi kabullerdeki tokalaşma için de geçerlidir. Hiç bir kimsenin karşı cinsiyetten birinin elini sıkma özgürlüğü yoktur, bilakis saygı duyma zorunluluğu vardır. Bir erkeğin İngiltere kraliçesinin elini sıkamaması kraliçe için asalet kabul ediliyorken bir Müslüman kadının elini sıkma hakkını bir medeniyet olarak kimse tasavvur edip dayatamaz. Bir Müslüman erkeğin herhangi bir kadınla tokalaşmaması da bir kabalık değil inançsal bir zorunluluktur. Kraliçenin asaletinden daha az önemde de değildir.

Mesele aslında bir tokalaşma müsaderesi değil, bunu bir el tutma hevesinde olan bir kadın, hatta neredeyse reddedilmiş bir kadın intikamı bağlamında değerlendiren magazin bakış açısıyla değerlendirilmesi de değildir. (Bu arada hanımefendi güler yüzünden mahrum bırakarak cezalandırdığını ifade ediyor.) Mesele tahammül edilemeyen İslam inancının varlığına şahit olmaktır, maruz bırakılmış olmaktır. Çünkü Batı’nın meselesi el-Şer’a’nın eli değil İslam’ın o eli sıkmamasını emretmiş olmasıdır. Ziyarette bulunan Alman bakanın Suriye dönüşü, “Suriye’nin İslamlaşmasına destek vermeyeceklerini” açıklaması da bu düşüncenin bir sonucudur. Ki Almanya’nın Gazze soykırımının en büyük destekçisi olduğu düşünüldüğünde mevzu daha net anlaşılıyor. Yani Allah’ın indirdiğiyle hükmederseniz, ilahi hükümleri hayatınıza tatbik ederseniz size finansal destek vermeyiz deniliyor. Biz sizi biliyoruz, Elinize imkân ve fırsat geçerse her İslam ülkesini Gazze gibi yerle bir etmekten çekinmeyeceğinizi de biliyoruz. Terör sizin elinizde ve elinizle gerçekleşiyor.

Kimileri de “o teröristin eli” diye başlayan cümleler kuruyor; sıkılmaması gereken bir terörist el varsa ki var o da, İsrail’in, Amerika’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın elidir. O tutamadığı el kendisine dert olan Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’ın Suriye dönüşü Gazze’deki soykırım için yaptığı açıklama ile terörü, eline teslim edelim: “ İsrail’in güvenliği sağlanmadığı sürece sivilleri ve hastaneleri hedef almaktan utanmayacağız ve bu bizim yükümlülüklerimizdir.”

Batının yüz yıllardır İslam toplumundan beklediği ve büyük ölçüde elde ettiği, Müslümanlar bizim gibi yaşasın, bizim gibi düşünsün, bizim gibi yesin, içsin, giyinsin, bizim gibi evlensin, boşansın, birlikte olsun, bizim gibi tokalaşsın, sarılsın, öpüşsün. Adamlar da haklı 100 yılı aşkın bir süredir içinde iki milyar Müslümanın bulunduğu dünyada her şey onların istediği gibi oluyor. Sözde Müslüman gözüken devletlerin yöneticileri onların dostu, arkadaşı ve onlar gibi… Bütün yasalar, kanunlar İslamsız evrenselleşiyor. Evrenselleşen her yasa, hak ve hukuk dönüp Müslümanları da bağlıyor. İslamsız Müslümanlık yasal olarak dayatılıyor. Oysa kendi uluslararası hukukları da kendilerini haksız çıkarıyor. Çünkü bu dayatma, hem din ve vicdan hürriyetine hem de uluslararası hukuka aykırıdır.

Evrensel hukukta din ve vicdan hürriyeti, bireysel hak ve özgürlüklerin temel bir unsuru olarak kabul edilir ve birçok uluslararası belgeyle güvence altına alınmıştır. Uluslararası hukuka ve evrensel insan hakları belgelerine göre, her birey kendi inançlarını serbestçe yaşama hakkına sahiptir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), bu hakkı güvence altına alır. Bu çerçevede, din ve vicdan hürriyeti, bireysel hakların temeli olarak kabul edilir. Ancak Batı, İslam’a yönelik bu hakları tanımamakta ve Müslümanların dini inançlarını hiçe sayarak kendi değerlerini dayatmaktadır. Din ve vicdan özgürlüğü, sadece Batı’nın istediği şekilde yorumlanmak istenmektedir.

Bu çerçevede, din ve vicdan hürriyeti, bireysel hak ve özgürlüklerin ayrılmaz bir parçasıdır ve uluslararası standartlarla güvence altına alınmıştır. Bu güvence İslam karşıtı çevrelerce bireysel hak ve özgürlükler üzerinden meşruiyet kazanımı testine tabi tutulamaz; din ve vicdan hürriyeti kişi ve zümrelerin keyfi standartlarına göre genişletilip kısıtlanamaz. Kimin kiminle tokalaşıp tokalaşmayacağını kendini üstün gören yasallaşmış kötülüğün terörize tanımlarına göre bireyin kimliğiyle tanımlanamaz.

Sonuçta, ortada aslında bir tokalaşma meselesi yoktur. Bu, Batı’nın İslam’a ve onun inançlarına tahammül edememesinin bir yansımasıdır

Ezcümle:

Orada sıkılmaması gereken bir el vardı, sıkılmadı.