2011 yılından günümüze devam eden Suriye iç savaşı ve 7 Ekim 2023 tarihinden bugüne devam eden Gazze/Filistin ve sonrasında Lübnan'da İsrail'in gerçekleştirdiği soykırım, insan olan herkesin hafızasında, derin izler bıraktı. Aynı zamanda Doğu Türkistan ve Arakan'da da büyük bir mezalim yaşanmaktadır. Diğer İslam ülkelerinin de hemen hepsinde farklı zulümler yaşanmaktadır.

Bu öyle bir buhran ki insanı kimi zaman umutsuzluğa mahkûm ediyor kimi zaman da teslimiyetin bedbahtlığıyla yaşam ve mücadele gücünü kırıyor. Hâkim güçlerin kötülüğü, ekonomik ve teknolojik olarak büyükleriyle aynı doğrultuda o kadar zalimce ve orantısızca insanlığı hedef alıyor ki zayıf düşmüş toplumların ne yapacağı bu cendereden nasıl kurtulacağı daha karmaşık ve zor bir hâl alıyor.

Oysa tarih, benzeri durumları bize bugünleri tefsir ederek açıklıyor ve bizi adeta 11.-13. yüzyıl aralığına götürüyor. İslam medeniyetinin altın çağının son üç yüz yılının yaşanmışlığıyla bize nasihat ediyor. Aynı buhran döneminin bilgi ve bilim alanındaki gelişmeler bize; bu günlerin buhranından sıyrılıp geleceğin ilhamını aşılıyor.

Şimdi, bizlere ilham kaynağı olacak tarihin sarsıcı günlerine gidip, heybemize biraz umut toplayalım:

Moğol istilası (13. yy)  ve Haçlı saldırıları (11-13. yy) gibi İslam dünyasını derinden etkileyen büyük buhran ve çalkantılara rağmen İslam coğrafyasında ilim ve irfan faaliyetleri kesintiye uğramamış, aksine bu zorlu koşullar altında yeni bir dinamizm meydana gelmiştir. Bu dönemde yetişen bilgin ve âlimler, hem kendi dönemlerine ışık tutmuş hem de İslam medeniyetinin devamlılığına önemli katkılar sağlamış ve eserleriyle İslam düşünce tarihinde iz bırakmışlardır.

Moğol istilası, Haçlı saldırıları ve özellikle 13. Yüzyıl boyunca devam eden kıtlık, deprem, sel gibi tabii afetlerin yaşandığı bu dönemlerde, İslam dünyasında yetişen çok sayıda önemli bilgin ve âlim, çalkantılı bir dönemde İslam kültürünün bilim, felsefe, hukuk ve dini ilimler alanında mihenk taşlarını döşeyerek ortaya çıkardıkları eserlerle, İslam medeniyetinin farklı alanlarına ışık tutmuşlardır. Bu dönemde özellikle de bilim ve felsefe ile dini ilimler arasındaki etkileşim dikkat çekicidir ve günümüzde dahi okunup incelenmektedir. Bu dönemden asırlar sonra, bu dönemin, Batı'nın karanlık Orta çağına karşın Doğu’nun Altın Çağı (8.yy-13.yy) olarak tanımlanması çok manidardır.

Siyasi, askeri, sosyal, kültürel, ekonomik, tabii ve beşeri hadiseler neticesinde yaşanan bir buhran döneminde bu kadar çok bilgin ve alimin nasıl yetiştiği, motivasyon kaynağının ne olduğunu öğrenmek günümüz İslam dünyasının yaklaşık bir asırdır yaşadığı kayıp yüzyılını ve Gazze soykırımı ile devam eden etkisizliğini, çaresizliğini aşmak için de belki bir uyanışa, kendine gelmeye vesile olur, teşvik edici olur.

İslam coğrafyasının tamamında yaşanan çalkantılı günlerde; bu aydınlanmayı zirveye çıkaran, yüzyıllar süren buhranın içinden İslam'ın Altın Çağı'nı en üst seviyeye çıkaran sebepleri düşünmek, o iklimi böylesi büyük bir kazanıma dönüştürme başarısını sergileyen aydınları hatırlamak, bu karanlık günler için bir ışık, yaşanan büyük travmalar için bir nefes olacaktır.

Anlaşılan odur ki savaşlar, afetler, salgın hastalıklar, göçler ve siyasi istikrarsızlık gibi zorlu koşullar, bilakis insanları düşünmeye ve yeni çözümler üretmeye yöneltmiştir. Zorluklar itici bir güç olmuştur. Bu dönemde insanlar, yaşadıkları sorunlara çözüm bulmak için ilme ve bilgiye daha çok ihtiyaç duymuşlardır.

En kötü şartlarda dahi eğitim kesintiye uğramamış, medreseler bu dönemde eğitim ve öğretimin merkezi olmuş ve birçok âlimin yetişmesine katkı sağlamıştır.

En zor şartlarda bile devlet adamları bilime ve âlime çok değer vermiş, bu alanda okullar kurmuş hatta şehirleri ilim merkezlerine dönüştürmüştür.

Ebû İshak ez-Zerkâlî (1029-1100), Câbir b. Eflah (1100-1150?), İdrisî (1100-1165), İbn Tufeyl (1105-1185), İmam Gazali (1058-1111), Şehabeddin Sühreverdi (1154-1191), İbn Rüşd (1126-1198), El-Cezerî (1136-1206?), Nûreddin Batrûcî (ö.1217), İbn Arabî (1165-1240), Mevlana Celaleddin Rumi (1207-1273), Nasirüddin Tûsî (1201-1274), İbn Teymiye (1263-1328), İbn Haldun (1332-1406) gibi daha nice âlim, mucit ve bilgin, Moğol ve Haçlı saldırılarının yıkıcı etkilerine rağmen İslam medeniyetinin düşünsel zenginliğini korumuş ve geliştirmişlerdir.

Vel hasıl;

Moğol istilası ve Haçlı saldırıları gibi büyük çalkantıların yaşandığı, büyük afetlerin derin yoksullukların yaşandığı zorlu dönemler İslam dünyasını birçok alanda olumsuz etkilemiş olsa da aynı zamanda İslam medeniyetinin daha da güçlenmesine ve yeni fikirlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu dönemde yetişen âlimler, İslam düşünce tarihinde önemli bir yer tutmakta ve eserleriyle günümüz insanlarına da ilham vermeye devam etmektedir. Dünya Orta Çağ'ın karanlığında boğulurken, İslam coğrafyası her türlü zulme, baskı ve işgale rağmen insanlığın Altın Çağını inşa etmiştir.

Kim bilir, belki günümüzde yaşanılan bu acılar, devranın döndüğü günlerin sancısıdır. Her yükseleni düşürmek Allah'ın sünnetidir. Bu düşüşe sebep, belki de mazlumların ahı olacak ama İslam beldelerinin yükselişi zalime olan intibakın kopuşuyla olacaktır.

Doğuyu kendi karanlığına terk eden Batı'nın ışığı Gazze'deki soykırıma olan açık destekle, Suriye’deki mezalimle sönmeye yüz tutmuştur. "Batı Miti"nin büyüsü bozuldu ve bütün maskeler düştü. Batı, bir daha hiçbir hal ve şartta insan hakları, hukuk, medeniyet, bilim, teknoloji maskeleriyle insanlığı kandıramayacaktır. Şimdi zaman insanlığın kendini yeniden inşa etme, özgürlüğünü elde etme, bağımlılığını bitirme zamanı...

Medeniyet dedikleri korkunç canavar İslam'ın izzetine, insanlığın merhametine boyun eğecektir. Fikir ile, bilim ile, İslam ile medeniyet öz kimliğiyle tanımlanmaya gebe kalmıştır.

Haydi Bismillah....