İnsanlık tarihi boyunca "Hayat nedir?" sorusu, farklı disiplinlerde ve kültürlerde çeşitli perspektiflerden ele alınmıştır. Bilimler, inançlar, ideolojiler disiplin olarak; filozoflar, sanatçılar, devlet adamları, din âlimleri, iş insanları birey olarak bu soruya farklı cevaplar vermiştir. Kimine göre hayat bir imtihan, kimine göre bir mücadele, kimine göre ise bir sanat veya bilgi arayışıdır. Ancak İslami bakış açısından hayatın anlamı, Allah’ın kullarına verdiği bir emanet, bir imtihan ve bir imkân olarak görülür. Diğer din, inanış ve ideolojilerde de farklı anlamlar yüklenerek tanımlanır. Gazze Direnişi başta olmak üzere savaşlar, soykırımlar, göçler, büyük çaplı afetler, pandemiler ve küresel diğer zorluklar ve sorunlar insanlığa yeniden “Hayat nedir ?” sorusunu yöneltti. Bu hayati sorunun cevabını aramak, hayatı anlamlandırmak için büyük bir önem arz etmektedir.

Geçmişten Günümüze Dünya Hayatının Mahiyeti

18. yüzyıldan bugüne geçmişe dönüp bakıldığında hayat,  insanlık tarihine iz bırakan büyük olayların da referansıyla yaşanmışlıklar üzerinden sürekli bir değişim göstermiştir. Aydınlanma Çağı (1688-1789), Amerikan Devrimi (1775-83) ve Fransız İhtilali (1789), Sanayi Devrimi (1760-1830), 1.Dünya Savaşı (1914-1918), İmparatorlukların yıkılışı, Ulus devletlerin kurulması,  Osmanlı’nın yıkılışı ve Halifeliğin kaldırılması ile İslam dünyasının param parça olması, Emperyalizm-Kapitalizm-Komünizm-Faşizm fikirlerinin yayılma mücadelesi ve çatışması, 2. Dünya Savaşı  (1939-1945), Soğuk Savaş Dönemi (1947-1991) gibi tarihe iz bırakan olaylar son 300 yılın dünya hayatına yön vermiştir.

Aydınlanma Çağı, insan aklını ve bireysel hakları ön plana çıkarmıştır. Sanayi Devrimi ile dünya ekonomisi ve üretim biçimleri değişmiş, işçi sınıfı doğmuştur. Sanayileşme ve şehirleşme, toplumsal normları değiştirmiştir. Kadın hakları, işçi hareketleri ve küreselleşme etkisi ile dünya hayatı değişime devam etmiştir. Sanayileşme ve Sömürgecilik neticesinde önce Amerika ve Avrupa, dünya ekonomisini kontrol etmeye başlamış; sonra da buna Çin dâhil olmuştur. Fransız İhtilali sonucunda Monarşiler zayıflamış, demokrasi fikri yayılmıştır. Soğuk Savaş Dönemi sürecine dünya hayatı iki kutupla,  ABD ve SSCB arasındaki küresel rekabetle, silahlanma yarışına sahne olmuştur. Savaş, olmadığı zamanlarda dahi insanlığı hep tehdit ve tedirgin etmeye devam etmiştir.

İnsanlar uzaya çıkıyor, Bilim ve Teknoloji Devrimi gerçekleşiyor, bilgisayarlar yaygınlaşıyor ama insanlık sorunu hayatın hep ilk gündeminde kalmaya devam etmektedir. İnternetin icadı ve cep telefonların akıllı telefonlara dönüşmesiyle internetin masaüstünden ceplerde taşınır olması, sosyal medya platformlarının her insanın günlük en az 2-3 saatini alıyor olması ve nihayet yapay zekânın geliştirilmesi günümüz dünya hayatını bambaşka bir boyuta taşımıştır. Sanayi, teknoloji, bilim, bilişim ve iletişim alanlarında dünya, gelişimin zirvesinde ve bu zirve her gün yükselmeye devam etmektedir. Güya bütün bunlar insan için, hayatının refahı içindi. Ancak gelinen noktada insan her gün çok daha fazla bilgiye, eğitime ve satın almaya ihtiyaç duyar hale gelmektedir. Bu ihtiyaçların temini çabası da hayatı her geçen gün biraz daha zorlaştırmaktadır. Kölelik, tarihe gömülmüş olarak okutulsa da insan tarihte hiç olmadığı kadar köleleşmiş bir hale dönüşmüştür. Krallık, diktatörlük; demokrasi ve cumhuriyet üzerinden, tarihe gömülmüş olarak okutulsa da dünya hayatı hiç olmadığı kadar baskıcı, sistematik, kuralcı ve dayatmacı bir haldedir. Roma’daki gladyatörleri izleyen kalabalıkların varlığına benzer şekilde, uzaya çıkanları izleyen bir kitle de mevcuttur. Tıpkı Ortaçağ’da kilisenin insanları baskı altına alıp korkutarak mankurtlaştırması gibi, günümüz Uzay Çağı’nda da siyasi partiler, devletler ve sistemler benzer yöntemlerle bireyleri baskı, korku, mankurtlaştırma ve sömürüye maruz bırakmaktadır. Bu çağ (21.yy), gönüllü kölelerin efendileri adına özgür bir yaşam sürdüğü; denetimli serbestilik çerçevesinde efendilerine daha iyi hizmet edebilmek amacıyla kendilerini eğitip geliştirdikleri, mükemmelleştirmeye çalıştıkları ancak nihayetinde sürekli yetersiz kalarak mahcup oldukları bir hayat biçimi olarak değerlendirilebilir.

Sosyal medya, bireylerin kimliklerini yeniden tanımlıyor. Dijital çağın hızında kaybolan hayat, gelecekte yapay zekânın şekillendireceği hayatın bilinmezliğiyle imtihan olacak gibi görünmektedir. Dijital çağın dünyasında, geleneksel toplum yapıları çözülüp, insanlar hızla yalnızlaşırken İslam, toplumu birleştiren son kale olarak umut olmaya devam etmektedir. Bu umudu hayata taşıyan ise Gazze Direnişi olmuştur. 21. Yüzyıl (2000-2023) dünyasında hayat, hız ve belirsizliğin sürüklediği anlamsız bir mücadeleye evirildi. Dijital çağ, sosyal medya, yapay zekâ, küresel krizler, pandemi, çevresel sorunlar ve uzay seyahatleri gibi gelişmeler dünya hayatını tamamen metalaştırdı; hayatın ruhu, kalbi, duygusu aranmaz oldu. Dijital çağın hızında kaybolmamak için bir şeylerin değişmesi gerekmektedir. İnsanları yalnızlaştıran modern dünya, toplumu birleştirecek bir kırılmaya ihtiyaç duymaktadır. Dijital çağda dahi Kur’ân ve sünnet, sağlamlığını ve doğruluğunu sürdürmeye devam ettiği halde, değil diğer dünya insanlarını,  Müslümanların hayatlarını dahi etkileyememektedir, düzeltememektedir. Çünkü İslam’ın doğruluğu öğrenilip, ezberlenip bilinmekte  ama yaşanmamaktadır. Propagandası yapılmakta ama temsiliyeti yapılmamaktadır. İşte dünya hayatı böylesi bir insani krizdeyken ve İslam bu kadar dışlanmışken dünya bir sabah 7 Ekim 2023 tarihinde yeni bir güne uyandı. Ve Dünya artık hiçbir zaman eski dünya olmayacaktır.

Bütün yüzyıllar göz önüne alındığında; insanlığın hayatta savaş, göç, keşif, veba, devrim,  bilim, teknoloji ve inanç etrafında şekillendiği görülecektir. Özellikle son yüzyıllarda değişim hızının inanılmaz artışı 21. Yüzyıldan sonra hayatı ayrı bir boyuta evirmiştir. Ta ki 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan ve tam 471 gün süren Gazze Direnişi’ ne kadar. Gazze Direnişi ile hazın ve hızın, maddenin ve teknolojinin esiri olmuş insanlık; sosyal medya, yapay zekâ ve iletişim ile meşgulken; gündem, birdenbire Gazzelilerin inancına ve ahlakına kilitlendi. İnsanlık bir kere daha hayatı sorgulama, anlamlandırma, tanımlama ihtiyacıyla yüzleşti. Çünkü 18. yüzyıldan bu güne, hayat her gün bir önceki günden daha hızlı yaşanmaya başlandı. İnsana dair diye başlayan her yenilik, gelişme ve değişim insanı daha standart bir hayata mahkûm etti. Hayat hiç olmadığı kadar kontrollü, sistematik ve disipline edilip kurgulanmış bir standart sunuma dönüştü. Birey, aile, toplum, kültür, devlet hep birden hayatın korosuna dönüştü. İnsanların hayatı sınıfsal bir kategorizasyon içinde hazırlanıp dayatılmış, potada damıtılmış tercihli bir köleliğe ve satın alınmış efendiliğe dönüştü. Demokrasi, Cumhuriyet, İnsan hakları,  siyaset ve örgütsel haklar gibi onlarca unsur, insana daha iyi bir hayat vaadiyle; din ve inançtan, kültür ve gelenekten hıncını alırcasına toplumu kimliksiz, karaktersiz, amaçsız ve en önemlisi merhametsiz bir yapaylığa dönüştürdü. Bütün dünya, standardize edilmiş hayatlarla rehin alındı. Ekonomik olarak, kültürel olarak, inançsal ve ideolojik olarak toplumlar rehin alındı. Ta ki Gazze Direnişi başlayıncaya kadar. Dünya hayatını hürriyetsiz kabul etmeyen o bir avuç özel insanın, koca bir dünyaya kafa tutarak ölümü tutsaklığa tercih ederek başlattığı “uyanma harekâtı” bütün dünyanın dikkatini çekti. İnsanlar yaşadıkları hayatın hayat olmadığını sorgulamaya başladı. Ve dominonun ilk taşı böylece devrilmiş oldu.

Tarih, sosyoloji, felsefe başta olmak üzere birçok bilim dalı tarafından hayat, farklı yönleriyle ele alınmaktadır. Kimi zaman biyolojik bir süreç, kimi zaman ideolojik bir düzen,  kimi zaman sosyal bir olay, kimi zaman kültürel bir kimlik, kimi zaman tarihi bir olgu, kimi zaman da hukuki bir hak olarak değerlendirilmiştir. Bu farklı perspektifler, hayatın tek bir tanımının olamayacağını, ancak farklı açılardan anlamlandırılabileceğini göstermektedir.

Kur’ân- Kerîm, , hayatın yalnızca dünya nimetlerinden ibaret olmadığını, aksine insanın iman, ibadet ve güzel ahlak ile imtihan edildiği bir süreç olduğunu anlatmaktadır. Kur’ân ile paralel bir öğütle Peygamber Aleyhisselam, dünya hayatının fani ve geçici olduğunu, asıl hayatın ahiret olduğunu vurgulamaktadır. İslam’ın hayata bakış açısının sadece bireysel ibadet ve nefis terbiyesiyle sınırlı olmadığını, aynı zamanda adalet, cihat, hürriyet, hizmet ve ümmet bilinci gibi toplumsal yönleri de kapsadığını anlıyoruz.

Batı ve Doğu dünyasının değişik zamanlarında yaşamış düşünür, aydın ve liderler; hayatın farklı yönlerini ve bireyin kendi bakış açısına göre şekillenen anlamını ortaya koyarak bireye indirgenen hayat tasavvurunun ne kadar çok çeşitlilik gösterebileceğini kanıtlamışlardır.  Bu sebeple yapılan bu tanımlamaların, insanın kendi varoluşuna dair arayışını ve farklı yaşam tecrübelerini yansıtan beşerî yorumlar olduğunu unutmamak gerekir. Birey olarak hiç kimsenin hayat tanımı, bütün insanlığı kapsayacak boyutta bir özgül ağırlığa sahip değildir. Böyle bir tarif, yalnızca ilahi referanslı bir tanımlamayla mümkündür.

Komünist ve sosyalist düşüncede hayat, bireysel anlamdan çok toplumsal değişim, eşitlik ve adalet üzerine inşa edilmiştir. Ancak tarih şahit olmuştur ki bu düşüncenin çoğu lideri kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımamış, eşitliği zulme çevirmiş, adaleti de kavga ettikleri düzeni ele geçirme olarak uygulamışlardır.

Büyük devlet adamları ve komutanlar hayatı; adalet, mücadele ve hizmet bağlamında değerlendirmişlerdir. Sanatçılar, hayatı genellikle sanatsal faaliyetlerine uygun olarak yaratıcılık, duygu, özgürlük ve ifade açısından ele almıştır. Aslında bu bağlamda her zanaat ve meslek erbabı hayatı işinden, mesleğinden ibaret görmüştür. Sevgisini, inancını, kültürünü, tarihini işine ve mesleğine işleyerek hayatı özetlemeye çalışmışlardır. Sevdiğine kilim dokuyan usta, davasına marş yazan şair, hayallerine roman yazan edebiyatçı gibi…

Ve, Gazze’de hayattan kopartılan binlerce canın toprağa düşen kanıyla filizlenen hayat ışığı…

Gazze Direnişinin Hayata Kattığı Anlam

İsrail Terör Devleti’nin 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren başlattığı kesintisiz, orantısız mezalim karşısında Gazzelilerin sergilediği mücadele ve direniş, “Hayat Nedir ?” sorusunu Gazze üzerinden bütün dünyaya yeniden sorgulatmıştır.  Bu soykırım sürecinde Gazze halkının yaşadığı zulüm, soykırım, şiddet ve yalnızlık, onların hayata bakışındaki derinliği ve mücadeleci karakterlerinin direncini bütün dünyaya bir gurur ve şeref abidesi olarak göstermiştir. Gazze’de hayat, sadece bireysel bir varoluş değil, aynı zamanda bir inanç, onur,  direniş ve hürriyet meselesi olmuştur. Bu perspektiften baktığımızda, Gazzelilerin bütün dünyaya ilan ederek hayata yüklediği anlamı şu şekilde özetleyebiliriz:

Direniş ve Onur: Gazzeliler için hayat, zulme karşı direnmek ve onurlarını korumakla eşdeğerdir. Onlar, baskılar karşısında teslim olmayı reddediyor ve her koşulda kimliklerini, vatanlarını ve inançlarını savunuyorlar. "Ya onurlu bir yaşam ya da şehadet" düşüncesi, onların hayat felsefesinin temel taşlarından biridir.

Sabır ve İnanç: İslam inancına göre, dünya bir imtihan yeridir. Gazzeliler, sabrın ve tevekkülün en güçlü örneklerinden biri olarak hayatı bir sınav olarak görüyor ve bu sınavı kazanmak için fedakârlık yapmaktan çekinmiyorlar. Kur’ân'daki “Allah sabredenlerle beraberdir” ayeti, onların ruhunu şekillendiren temel öğelerden biri. Yardımı yalnızca Allah’tan bekleyen ve Allah’tan başka hiçbir güce boyun eğmeyen inançları, onların hayat felsefesidir.

Kardeşlik ve Dayanışma: Zorluklar içinde yaşayan bir toplum olmalarına rağmen, Gazzeliler hayatı dayanışma içinde yaşamak gerektiğine inanıyorlar. Birbirlerine destek olmak, paylaşmak ve birlik olmak, onların hayata yüklediği anlamın en önemli parçalarından biridir.

Hürriyet Mücadelesi: Onlar için hayat, sadece nefes alıp vermekten ibaret değil. Özgürlüğe kavuşmak, kendi öz vatanlarını korumak,  bağımsız bir devlette çocuklarının daha adil bir dünyada yaşamasını sağlamak, en büyük hayalleridir. "Hürriyet olmadan hayatın bir anlamı yoktur" anlayışı, Gazze halkının hayat felsefesinin önemli bir parçasıdır. Hürriyet, Allah’ın bir lütfudur. Allah, iman etmeyi dahi kullarının hür iradesine bırakır, zorlamaz. İnancından bu hürriyeti alan Gazzelileri hiçbir güç tutsak edemeyecektir.

Şehadet ve Ebedi Hayat İnancı: Gazze’de hayatın anlamı, yalnızca bu dünya ile sınırlı değil. Onlar, bu dünyada zulme karşı direnirken, ahirette daha büyük bir mükâfatın kendilerini beklediğine inanıyorlar. "Ölümsüz olan, Allah yolunda verilen candır." anlayışı, onların ölüm korkusunu aşmalarını sağlamaktadır.

En Zor Şartlarda da Ahlaktan ve İnsanlıktan Kopmamak: Yılları aşan baskı, zulüm ve soykırım sürecinde insanlığın kötülük üzerine biriktirdiği ve büyüttüğü bütün kötülüklere hayâsızca, zalimce, hunharca maruz kaldıkları halde iyilikten, güzellikten, adaletten, merhametten asla sapmadılar. Hayata dair inançları, ilkeleri onları hiçbir zaman düşmanlarının kötülüğüne benzetmedi. Esirlere misafir gibi davrandılar, bozgunculuk yapmadılar, düşmana eziyet etmediler, namus ve ahlak kurallarını asla çiğnemediler, Allah’a verdikleri sözü harfiyen tuttular. Zulüm altında bütün dünyaya ahlakları ve inançlarıyla “Hayat Dersi” verdiler. “Hayat Nedir” sorusuna: “Gazze Direnişi’dir.” diye cevap verdiler.

Gazze halkı için hayat; inanç, direniş, sabır, özgürlük mücadelesi ve kardeşlik üzerine kuruludur. Bu perspektif, tüm dünyada büyük bir saygı uyandırdı ve birçok insanın İslam'ı keşfetmesine vesile oldu. Onların cesareti ve inancı, tüm insanlığa ilham vermeye devam ediyor. Gazze'nin bu güçlü ve onurlu duruşu, dünya üzerinde hayranlık ve saygınlık uyandıran bir etki bıraktı. İslam’ı hayatlarının her anına yansıtarak; bütün dünyaya “hayat, İslâm’dır/İslâm hayattır” mesajı verdiler.

Sonuç

Hayatın anlamı, bireyin değerleri, inancı ve dünya görüşü doğrultusunda şekillenir. Batı felsefesi, hayatı sanat, bilgi, güç, rekabet ve fikirler üzerinden tanımlarken, İslam düşüncesinde hayat, imtihan, ibadet, adalet, mücadele ve ahirete hazırlık olarak görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler, hayatın fani ve geçici olduğunu, asıl mutluluğun ve gerçek varoluşun ahirette başladığını vurgulamaktadır. İslam’da hayat, sadece bu dünya ile sınırlı olmayıp, ahireti içine alan bütüncül bir anlam taşımaktadır. Bu nedenle hayat, hem bir sınav hem de Allah’a kulluk ve insanlara hizmet için bir fırsattır. Bu anlayış, insanın kendi varlığını anlamlandırma çabasına derin bir boyut kazandırır. Felsefi yaklaşımlar bireysel ve kültürel farklılıklara göre değişse de, İslam’ın sunduğu hayat anlayışı evrensel bir hakikati temsil etmektedir.

Hayatın anlamı üzerine pek çok şair, yazar, düşünür, bilge, âlim, büyük komutan ve devlet adamı derin ve anlamlı sözler söylemiştir. Hayatı tanımlayan cevaplar kimi zaman yaşanmış acı veya mutluluk verici olaylardan, kimi zaman uğraş alanlarından, kimi zaman ideoloji ve inançlardan esinlenmiştir. Hayata dair tartışmasız en derin anlamlar ise Allah’ın dünya hayatına dair mesajlarıdır. “Hayat, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” İlahi temelli bir tasavvurla: Hayat bir imtihandır. İmtihan mücadeledir. Mücadele adalettir. Adalet hakkın yerini bulmasıdır.