Son on yılın hem iktidar siyasi anlayışı hem de muhalefet siyasi anlayışı aslında birbirinin ruh ikizi haline dönüşmüş gibi. İlkesiz, bilgisiz, dayatmacı, dışlayıcı, taasupçu, gelenekselci, batıcı, dindar, laik, militarist, ulusalcı, liberal, kapitalist, sosyalist, milliyetçi, ırkçı, hümanist, oportünist ve daha ne kadar kullanıma müsait konumlandırıcı terim varsa hepsi bir heybede toplanmış bulunuyor. İhtiyaca göre ve takvim yaprağında kim veya ne varsa o paylaşılıyor ve o günün ideolojisine niyet ediliyor.
Kültüründe ne iş olsa yaparım, hallederiz, o işi oldu bil, o iş bende, istediğin gibi yaparız, ne dersen o… gibi herhangi bir bilgi ve meslek ayrımı gözetmeden her işe talip, her mesleğe namzet daha da garibi kendisini her yere layık gören bir hoyrat özgüven savaşçısı gibi toplumun ideolojik kavramlarla buluşması da aynı minvalde oldu.
Aynı kişi hem Menderes’i hem de Türkeş’i anıyor. Hem Cübbeli’nin müntesibi hem de bütün cemaatlerin kökünü kazıyacağım diyen Perinçek’i onaylıyor. Hem Abdülhamid Han’ı yaşatmaya çalışıyor hem de kendi varlığını Atatürk’e bağlıyor. Hem Oktay Sinanoğlu’nu Türkçe’ye verdiği katkılarından dolayı tabutunun başında yere göğe sığdıramıyor, hem de tek kelime Türkçe bilmeyen oğlunun İngilizce taziye konuşmasını yadırgamıyor. Hem Nihal Atsız’ın ırkçı söylemlerini hem de Necip Fazıl’ın ümmetçi söylemlerini paylaşıyor. Hem Reşit Galip’in ırkçı Andımız’ı okuyor hem de Yedi Güzel Adam’ın şirlerini… Hem Said-i Nursî’nin, Mehmet Akif’in samimiyetini kullanıyor hem de dönemin rejimine biat ediyor. Hem Osmanlı’yı severken saltanatçı hem de Cumhuriyeti severken İttihatçı olmanın çelişki olmadığını düşünüyor. Hem Talat Paşa’nın, Cemal Paşa’nın, Enver Paşa’nın hem de Abdülhamid Han’ın yasını tutuyor. Hem Kemalizm’e karşı hem de Mustafa Kemal’in askeriyiz diyor. Hem aşırı milliyetçi hem çifte vatandaşlığını yedekte tutuyor. Hem İslâm hayat biçimidir diyor, hem de zenginleşmesinde, atanmasında, yönetilmesinde, haramında-helalinde, adaletinde-liyakatında dinden muafmış gibi yaşıyor.
Özetle; Biraz ümmetçi biraz milliyetçi, biraz uzlaşıcı biraz ulusalcı, biraz Cumhuriyetçi biraz Hilafetçi, biraz Türkiyeli biraz Osmanlı, biraz batılı biraz doğulu, biraz adaletli-liyakatlı biraz ihaleci-fırsatçı, başkasına ayetçi-hadisçi kendine mehterci-dombıracı, bazen Atatürkçü ama genelde Erdoğan’cı, genelde Atatürkçü ama özelde hep CHP’li, yerine göre milliyetçi-mezhepçi-partici ya da İslâmcı veya sosyalist, namazın ikame etmediği için kazasını da kılmaz ama demokrasi nöbetinin kazasını tutmaktan geri kalmaz. İşçisine, eşine, dostuna sözünü tutmaz ama yakalı ilkokul önlüğünü giyip çocuklar gibi ant içmeyi vazife bilir. Kurtla yiyip, çobanla ağlıyor.
Zihni vaziyet tıpkı arabasının arka camına Göktürkçe Türk, Kemal Atatürk imzası, Osmanlı arması, Erdoğan resmi, üç hilal görsellerini yapıştırıp, devletin farklı kesimlerince birikmiş bütün kutsallarını ayna anda kullanan gariban işçinin kendini sağlama alma refleksi gibi.
Koca bir ülke adeta Susurluk kazasındaki otomobilin içine girmiş gibi… En uzak iki mesafenin birbirinden farklı yolcularını taşıyan halk otobüsünün şoförü gibi… Şans oyunlarının çekilişi için aynı torbaya konulmuş rakamlar gibi… Lunaparkta gondola binenlerin anlamsız haykırarak ve birbirinin üstüne kusarak bağrışmalarının verdiği korkulu bir keyif gibi…
Ama kesinlikle bütün ülkeyi temsil eden bir millet meclisi gibi değil. Farklı enstrümantalleri mükemmel bir uyumla çalan Pazar Konserlerindeki şefin arkasındaki müzisyen grubu gibi değil. Farklı ülkelerden, farklı renklerden, farklı dillerden milyonlarca insanın Kâbe’yi tavaftaki aynılığı gibi de değil.
Rus veya Çin pazarı adı altında kurulan bir milyocular gibi. Dînî, siyasi, kültürel her şeyi satan ideloji karmaşası yaşayan toplumun bu kafa karışıklığı hali; yıllar önce bir mizah dergisindeki "Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemelerine göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve sadece İslam hukukuna göre gömülen kişidir." vatandaşlık tanımındaki gibi trajikomiktir.
Tıpkı Cumhuriyetin Kemalist anlayışının marşlarından tutun kültürüne, hukukundan tutun eğitimine, ilkelerinden tutun inkılaplarına hiçbir alanda özgün ve yerel bir tarzının olmadığı gibi…