Sen ki umut derdin, aşk derdin ama ilk terk ettiğin onlar oldu.
Alçakgönüllü gibi görünürdün ama hep gururunun altında kalırdın.
Sen ki hep sevilmek arzulanmak isterdin. Sevmekten ve vermekten uzak.
Sen ki önce insanlık derdin ama insan hummanın, acziyetin, vahşetin içindeyken sen hangi zevk-i sefa partisinde mutluluktan nasıl uçarımın hesabını yapardın.
Sen ki açlık, yoksulluk edebiyatı yapardın ama elindekini nereye harcayacağının hesabını bilemeden. Sen ki hep acıları, sıkıntıları dile getirirdin, bütün olumsuzluklar uğrağın olurdu ama sanki bütün bunları yaşayanlar başkalarıymış gibi davranırdın.
Sen ki saygınlığın saygıda, değerde olduğunu bildiğin halde saygınlığı şanda, şöhrette, makamda ve parada arardın.
Sen ki adalete, erdeme, doğruya ve dürüstlüğe inanırdın ama şirin görünmek için faziletsizliğin, erdemsizliğin, adaletsizliğin uygulayıcısı oldun.
Sen ki insanları barışa davet ederdin ama barışa savaşı koşul sayarak.
Senki insanlığa gül dağıttığını söylerdin ama İnsanlığın önünü arkasını kanla sulayarak.
Sen ki altın, para çalanları hırsızlıkla suçladın da insanlığı çalanlara hiç ses çıkarmadın.
Kendini bulmadın da başkasını bulmayla geçti zamanın.
Sen ki ömrün üst katlara çıkmakla geçti de sıradan olmayı, sıradan sevmeyi, sıradan sahip olmayı hiç denemedin.
Sen ki özgürlük derdin, esir insanların kulağına özgürlük şarkıları söylemekle özgürlüğün geleceğini bilemeden Toprağa damla damla vahşet dökerek yüreklerdeki merhameti kanlı ellerinle gömdün.
Sen ki ruhundan bir kaynak kaynayıp coşmaz da ama dağlarda taşların kalbinden sular fışkırdığını görmezdin.
Sen ki her türlü haltı yerdin de sonra her şeyde ahlak aramaya başlardın.
Sen ki İslâm derdin, din derdin çoğu kez ama İslâm'ın bozulmuş bir kopyası olmaktan öteye geçmedin.
Senki aydınlık savaşçısı olduğunu söylerdin de bangır bangır karanlığın sokaklarda nasıl kol gezdiğini görmezdin.
Sen ki özünde iyi niyet taşıdığını söylerdin de başkalarının niyetlerini okumaktan geri kalmazdın.