Lübnan’da bahsedilmeden geçilmemesi gereken bir konu da buradaki Filistin mülteci kamplarıdır.

Bilindiği üzere Filistin çevresinde bulunan tüm ülkelerde Filistin mülteci kampları mevcuttur. Bir sonraki halkada olan ülkelerde de toplu halde olmasa da büyük oranda Filistin nüfusu bulunmaktadır. Kaldı ki ABD ve Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde de Filistinli mültecilerin sayısı hiç de az değildir. Evet, bir asırdan fazladır kendi vatanında barındırılmayan Müslümanlar, dışarda da kendi vatanlarında da parya muamelesi görmeye devam ediyorlar.

Bu işgal ve tehcir politikası, bir asırdır Filistin’i azar azar işgal eden gasıp Siyonistlerin mezalimine açık bir delildir. Siyonistler dünyanın dört bir yanındaki Yahudileri Filistin’e toplamaya çalışırken, Filistin’in asıl sahipleri olan Müslümanları ise dünyanın dört bir yanına dağıtmaya çalışmaktadır. Tabi bu sadece Filistin’e mahsus bir durum da değildir. Neredeyse İslam diyarının hepsi aynı dertten mustariptir. Her dem kan ve gözyaşına mahkûm olmak bir yana, yer altı, yerüstü zenginliklerinin talan edilmesi de halkları ekmeye muhtaç duruma getirmektedir. Derken insanlar hayatları pahasına şişme botlar veya eski çürümüş takalarla okyanuslara açılıyorlar. Aç güzlü vahşi batı, dünyanın mazlum halklarını, adeta kan denizi veya okyanuslarda boğulma tercihi yapmaya zorluyor.

Örneğin bizim ülkemize değişik zamanlarda değişik mülteciler gelmiştir. Biz henüz doğmadan ve çocukluk yıllarımızda gelmiş olanları saymasak, Irak, Afganistan ve Suriye’den gelen mültecileri iyi biliyoruz. Afganistan ve Suriyeli kardeşlerimiz, ilk yıllarda konteynır veya çadır kamplara alındıysalar da kısa zamanda değişik şehirlere dağılıp bizden birer parça gibi oldular. Kimi yerlerde gettolaşma olsa da çoğunlukla vatandaşlık hariç bizim sahip olduğumuz çoğu imkânlara sahip oldular.

Halepçe katliamından yollara düşüp kendini Türkiye’ye atan Irak Kürdistanı’ndan gelen kardeşlerimiz ayrı çadır kamplarda tutulup zaman içinde tekrar memleketlerine sevk edildiler. Bunlar içinde birleşmiş milletlerden sığınma talep edip kabul edilenler ve değişik batı ülkelerine gidenler de oldu. Bu da o zaman Türkiye’de hâkim olan şoven bürokrasi ve siyaset sebebiyledir. Yoksa İslam kardeşlik şuuru ve ümmet ruhunu kuşanmış hiçbir halktan ayırımcılık beklenemez.

Lübnan’daki mülteci kampları bulundukları şehirlerin sosyal, siyasi konumu ve ekonomik durumuna göre farklılık arz ediyor. Hristiyan bölgelerinde mülteci kampları yok. Onlar adeta herhangi bir batı ülkesindeki gibi rahatlık ve konfor içerisindedirler. Zira arkalarında ABD ve tüm batı ülkeleri var. Şiiler ise İran tarafından ciddi destek aldıklarından dolayı, durumları iyidir. Hristiyanlar kadar refah içinde olmasalar da Müslümanlardan çok iyi durumdadırlar.

Sıra Müslümanlara gelince durum tamamen değişiyor. Ürdün’ün yerlisi Müslümanların bile durumları pek iç açıcı değil. Filistinli mülteciler ise çok daha acınacak durumdadırlar. Bu da hilafetin ilgası sonrasında savrulan İslam ümmetinin durumunun özeti gibidir. Yani halifesiz ve sahipsiz olduklarından, Müslümanlar her yerde çobansız sürü misali perişan durumdadırlar.

Vatanından olup mülteci olmak bir yana, Filistinli Müslümanlar Filistin’in dışında da diken üzerinde gibiler. Zira İsrail’in değişik tarihlerde Lübnan’a da çok ciddi saldırıları olmuş ve halen de olmaya devam ediyor. Lübnan’ın değişik bölgeleri ve kimi Filistin kamplarında yapılan katliamlar hala birçok zihinlerde ve vicdanlarda tazeliğini koruyor. Özellikle Sabra Şatilla ve Ayn Halva kamplarında taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakılmadığı ifade ediliyor. Üzerinde onlarca yıl geçmesine rağmen birçok Filistin mülteci kampında hala bombardıman, yıkım ve katliamların izleri var.

Aynı saldırılar kimi zaman Şii bölgelere de yapılmıştır. Ancak Şiilerin bombardımanlar sonucu yıkılan kamplarının yerinde şu anda devasa binalar ve modern mahalleler inşa edilmiş. Esasen Şiilerin bölgeleri artık mülteci kampı denilemeyecek kadar bakımlı gelişmiş durumdadır. Çünkü İran, kendi halklarını aç bıraksa da vekâlet ordularını beslemeye devam ediyor. “Hizbullah” “Haşdi Şa’bi” “Husiler” ve daha nice vekâlet orduları bunun açık örneklerindendirler. Dolayısıyla Şia’nın bölgeleri; binaları, yolları, şehir planlarıyla Müslümanların bölgelerine göre çok iyi durumdadır.

Ama Müslümanların bombardıman edilen kampları ve mahallelerinin yerine yine derme çatma diyebileceğimiz gecekondular yapılmış. Yollar yol değil. Normal bir şehir planından bahsetmek mümkün değil. Trafik ayrı bir keşmekeş, çevreyi çöpler kaplamış. Evler genelde bakımsız, gariban gecekondu evleri. Ama her şeye rağmen hayat devam ediyor ve insanlar bu halleriyle de gelişmiş batı ülkelerinden çok daha mutludurlar. Kısaca Müslümanların mahalle ve varoşları, Türkiyecin takriben 40 yıl önceki şehir, mahalle ve yollarını andırıyor.

Suriye savaşı sonrası Lübnan’a sığınan Müslümanlar ise ayrı bir dram. Birçokları hala yer yer çadır kentlerde yaşamaya devam ediyorlar. Durum iyi olan münferit aileler bizde olduğu gibi, orada da farklı konumdadırlar. Ama Müslüman mültecilerin büyük bir kısmı acınacak durumda ve perişan haldedirler. Tüm bu manzaralar, tüm Müslümanlara acilin de ötesinde bir ivedilikle İslam hilafetini ihya edip ümmeti ayağa kaldırma görevi yüklemektedir. Subhaneke... Bi-hamdike... Esteğfiruke...