6 Şubat 2023 saat 4.17, deprem üssü Kahramanmaraş Pazarcık şiddeti  7,7 iki dakikalık bitmek bilmeyen en uzun zaman.   Henüz ilkinin şokunu atlatamadan ikincisi 7,6. Birincisi ile her şey yıkıldı,  ikincisi ile yıkılmayanlar da yıkıldı . Sadece binalar yıkılmadı insanlar, ruhları ile beraber  yıkıldı. Derde dert katan bir türlü unutturmayan gam ve kederi nefes nefes yükleyen, kat kat katmerleşen hüzünlü çağlara yürüme zamanın geldiği anlardı bu anlar. Seslerin acıklı senfonisi bir çığlığa dönüştü. Sesler, saatler geçtikçe kısıldı ve yerini kimse yok mu yankısına bıraktı. Çünkü kimsede var diyecek ses kalmamıştı. O yüksek ekabirleşen,  birbiriyle yarışan beton yığınları top atsan yıkılmaz denilen içinin boş, dışının süslü olduğu binalar nasıl da un ufak oldular. Yarına uyanacak umutlar, planlanmış işler, ulaşılacak yollar daha doğmamış yeni yeni filizlenen hayalleri de yıktılar. Evleneyim,  evim olsun, çocuklarım, eşim, dostum olsun diye kurulan hayalleri de yıktılar. Hayalleri gerçekleşenlerin ağız tadıyla yaşayacakları  zamanları da yıktılar. Sabahına  okula giderek arkadaşları ile tatil dönüşü buluşmanın, tatilin tatlı anılarını anlatma hayallerini de yıktılar. Düz giden okul yollarını   bayram etmeden ölen çocukların   Hayatın bilgisi, Fen’in bilgisi, fiziğin, kimyanın bütün bilimsel bilgilerin hepsi  yıkıntılar arasında kaldı. Öğretmenler ikinci dönem için heyecanla hazırladıkları planlarını yeniden öğrencilerle, okulla buluşmanın keyfini yaşayamadılar. İş adamları, fabrikatörler yarının kazancını hesap etmişlerdi ama evdeki hesapları çarşıya uymadı.

Recep ayı oruçlarını tutmuş olan Ali amca, Zeynep teyze, Şaban ayındaki sahura uyanamadı.  Saatleri ezanlara ayarlı alarmlar yıkıntılar arasından duyurdu vakitleri. Camilerin minareleri ezanları okumaya kavuşamadı. Sabah namazının müdavimi yaşlılar abdestini alıp camiye gidemedi. Sabah işe gidecek babalar uykudaki çocukların yanaklarına öpücükleri konduramadı. Çocuklar uykularında babalarının öpücüklerini  güle güle tebessümü ile gösteremedi. Depremin yıkıntılarından çocuğunun üzerine kapanan baba ile çocuk güne uyanamadı. Anneler dünden planladıkları sabah kahvaltılıklarını masaya koyamadılar, hadi çocuklar kahvaltıya diyemediler. Bakkal  Cafer dükkanını açmaya hazırlanırken müşterilerine günün hayrı ile başlamayı planlarken ihtiyaçlarını karşılayacağı insanların duasını almaya hazırlanırken böyle bir musibete yakalanacağını tahmin edemezdi.  Anne babasına ziyarete gidip o gün eşinin yanına dönmeyi planlayan Elif hanım, üç çocuğuyla göçük altından kalarak iki çocuğunun kurtulup bir çocuğuyla öleceğini hesap edemezdi. Hesap edemezlerdi Kıbrıs'tan kazanmak için geldikleri spor müsabakasında maça çıkmadan kaldıkları otelin enkazına mağlup olacaklarını. Hesap edemezdi emekli  Mehmet öğretmenimiz, bundan sonra emekliliğin tadını çıkaracağını hesap ederek yerleştiği küçük Nurdağı ilçesinde iki çocuğu ve eşi ile birlikte enkaz altında kalacağını.  Gün ağarmadan, şafak sökmeden gelen bu felaketten sonra çocuklarını yıllarca biriktirdiği paralarla aldığı evim dediği, yuvam dediği yıkıntılar arasında çığlıklarını duyarak  yok mu yardım edecek diye yalvararak kurtulmalarını bekleyeceğini.  Annem,  babam, kardeşim orda diye enkazların başında saatler günlerce bekleyeceğini. Neydi hayat, neydi idealize ettiklerimiz ? Neydi kırgınlığımız, kırılganlığımız, kinimiz, nefretimiz işte hepsi ama hepsi enkazın altında. İki dünya arasında bir insanın en hızlı karar vereceği saatler nereden ve neden?  Düşünmeye vakit yok sadece kurtarılacak olan can ve canlar. Ya yerin derinliklerine gömülmek ya da Allah'ın yardımını beklemek. Bu kısa zaman dilimindeki hakkı kim için kullanmak? Eşinin son defa gözlerine bakmayı mı, çocuklarını kucaklamayı mı, anne-baba demeyi mi neyi söyleyecekti insan. Enkazların altındaki umutlara uçacak melekler bekliyor yüzleri ellerinin arasındaki çaresiz ve aciz insan. Güneş karanlığa batar, çıkmaz aydınlığa, kıyamet saatleri yaklaşır çocukların imdadı düşer kulaklara, kulaklar acının feryadının çaresiz teslimiyetini yaşar.

Salınır salınır durmaz arz uçuruma çeker bütün benliği, uğultu çoğaldıkça çoğalır ve ölüm çığlıkları ile çıldırtır yüksek yüksek binaları. Kaçtıkça yakalamaya uğraşır uğultulu bir çember içinde teslim alıncaya kadar seni. Kimse bilemezdi aklımızdan, kalbimizden çıkardığımız ve bize çok çok uzak gelen ölümün ansızın beklemediğiniz bir zamanda bizimle ne kadar da yakın olduğunu. Her şeye hazır olmak dedikleri bu olsa gerek. Yıllarca biriktirdiklerimizin bir-iki dakikalık zaman diliminde nasıl yok olduğunu en şeffaf haliyle bir kez daha gördük. Bazı musibetler kalanlar için iyi bir derstir aslında. Bundan sonra hep ertelediğimiz, ötelediğimiz manevi hayata birikinti yapmalıyız. İyilikleri, güzel olanları artıracak birikimler yapmalıyız. Yani önce kendi tamiratımızı yapıp sonra çevreyi tamir ve ıslah etmeliyiz. Rabbim bizleri bir daha böyle musibetlerle sınamasın.