İslam topyekûn bir hayat nizamı olmasının doğal sonucu olarak, insanlığa “kesinlikle” bir devlet perspektifi ve toplumsal düzen ufku sunar.
İslam’ın sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa dünyada gerçekleşmesini vadettiği temel hedeflerin ya da ıstılahımızdaki adıyla “mekasidu’ş-şeria” dediğimiz şeriatın hedeflerinin; akıl, nesil, mal, can ve din emniyetini sağlamak olduğunu düşünürsek, bunların da devlet otoritesi olmaksızın sağlanmasının mümkün olmayacağı gerçeği bize İslam hukuku ile idare edilen bir devlet yapısının ve toplumsal düzenin zaruretini en kısa yoldan anlama imkânı sağlar.
Bu konuda 1400 yıllık bir birikim ve tecrübe elimizin altında duruyor. İslam hukuku ile idare edilen, eksikleri ya da fazlalarıyla üzerlerinde çokça yazılmış ve konuşulmuş bir konudan bahsediyorum. Bütün insanlık da bizim bu tecrübemizden öyle ya da böyle etkilenmiş ya da bizzat yaşamıştır.
Ancak tarihte kalan ve kaynaklarımızda bulunan bu büyük hazine bugünün Müslümanları tarafından yeterince anlaşılmadığı hatta bilinmediği için gerek bunun mümkün olup olmadığı gerekse mümkünse nasıl olacağı konularında kafalarımız baya karışık.
Afganistan ve Suriye gelişmelerinden yola çakarak şer’i ahkamın uygulanması konusunda fikir beyan etmekte acele ediyor ve büyük oranda haddimizi aşıyoruz. Bir toplumu dönüştürmek, örnek bir İslam devleti oluşturmak öyle sandığımız gibi basit ve keskin bir iş değil. Hele yerel ve bölgesel şartlar bilinmeden, toplumların karakter ve geleneklerini tanımadan yaptığımız yorumlar genelde asıl konuyu ıskalamamıza sebep oluyor.
Radikalliği bu işi yapanlara atfederken kendimiz onlara karşı çok daha radikal duruşlar sergileyebiliyoruz.
Mesela, Türkiye’de herhangi bir güvenlik endişesi taşımayan, kendisi gibi inanmayan ve düşünmeyenlerle gayet barış içinde neredeyse her şeyi sineye çektiği için sorunsuz yaşayan bazılarımız, huzurlu evlerinde rahat koltuklarında oturup onlarca yıldır savaşla ve sistematik zulümlerle kavrulan Afganistan halkına telkin ve eleştirilerde bulunabiliyor. Gerçi dikkate alan olmadığı için sorun değil ama bu en hafif tabirle bu bir hadsizlik oluyor.
Ve bu hadsizlik Suriye’de yaşanan son gelişmelerle iyiden iyiye kendini göstere göstere büyüyor. 13 yıllık bir sürgün ve soykırımın ardından kendi ülkelerine kavuşan bir halka parmak sallayarak acilen hizaya gelmelerini yoksa yapılanın yanlış olduğunu ve onaylamayacaklarını söyleyenlerin aynaya bakmalarında ne kadar büyük bir fayda olacağını tahmin edemiyorum.
Tabii ki muhatabım şer’i şerifi reddeden veya bizzat düşman pozisyonunda duranlar değil. Onları neden dikkate alayım ki? Tüm kötü sonuçlarına ve insanlığa sundukları saçmalıklara rağmen hala insanların kurguladığı birtakım sistemleri en iyi tercih görenlerin akıllarıyla ilgili bir sorunları yoksa da pek akıllarını kullanmadıklarını söylemek abartı olmayacaktır.
Samimiyetle İslam’ın insanlık için sunduğunun olabileceğin en iyisi olduğuna inanan ve bunun gerçekleşmesini arzu ederken metot ya da pratikte olması gerekenler konusunda ihtilafa düşenlere biraz itidal ve sükûnet tavsiye etmek istiyorum.
Akaid ve fıkıh müktesebatımız gerekli tüm birikime sahip olsa da günün şartlarını okuyarak farklı tercihler yapılması çok normalken bize göre eksik ya da yanlış olanın mutlak yanlış olduğunu zannetmemiz ayrı bir sıkıntımız.
Öncelikle İslam’ın tepeden inme ve toplumsal altyapı hazırlanmadan uygulanacak bir hukuk sistemi olmadığını anlamamız ve kabullenmemiz gerekiyor. Dinde hiçbir ceza suçu oluşturan şartlara karşı uygulanması gereken tedbirler alınmadan gündeme gelmez. Bu konudaki detaylar neredeyse yüzyıllardır fıkıh kitaplarımızda duruyor.
Basit bazı örneklerle anlatmaya çalışayım.
İslam’da devlet, insanların geçim problemlerini çözememiş veya kıtlık benzeri bir sıkıntıdan dolayı birileri hırsızlık yapmak durumunda kalmışsa, o devletin o insanlara had uygulama yetkisi yoktur. Devlet önce üstüne düşeni yapacak sonra halkından kanunlara uygun hareket bekleme hakkına sahip olacak ve kurallara uymayanlara ceza da ancak o zaman gündeme gelebilecektir.
Aynı şekilde hakkında hukukumuzda cezai müeyyide bulunan namazın terkinde bile gerekli bilgilendirme ve tebliğ yapılmadan ceza uygulanmaz.
İslam’ın temel maksadı insanların dünyada iyi bir kul olarak yaşaması, iyi bir kul olarak ölmesi ve neticede cennetle müşerref olmasıdır. Yani derdimiz kendimizi ve insanları kurtarmaktır, cehenneme yollamak değil.
İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren fethedilen coğrafyalarda uyguladığı sistem de budur ya da buna yakın ama yerel şartlara göre küçük değişiklikler gösteren bir yaklaşımdır.
Bir gecede bütün hayatları değiştiren, bütün kuralları direk uygulamaya koyan ve bir anda tepeden inme bir metotla şer’i hukuka geçiş yapan tarihi bir örnek var mıdır bilmiyorum.
Özellikle azınlıkların hakları konusunda Emiru’l-Mü’minun Ömer (r.a.) döneminde pratiğe konan ve kurumsallaşan siyasetimiz insanlık için bir kurtuluş ve İslam için bir açık kapı olmuştur. Onlardan sonraki İslam devletleri bu konuda sahabeyi taklitte ne kadar başarılı olmuşlarsa o kadar güzel ve hayırlı işlere imza atmışlardır.
Kendileriyle iftihar ettiğimiz geçmiş İslam devletleri Selçuklu ve Osmanlılar da fethettikleri topraklarda aynı siyaseti uygulayabildikleri için başarılı ve uzun ömürlü olmuşlardır.
Bazılarımızın bir sabah kalkıp ilan edilecek bir şeriatle ertesi gün sokakta hiçbir sorun kalmayacağını, sorun gibi gördüklerinin de ortadan kaldırılacağını sanmaları, din ile insanların zulüm sistemlerini karıştırmalarından kaynaklanıyor olabilir. Biz insanları yaşatmalıyız ki davet edebilelim, ölülere neyi nasıl anlatacağız?
Sahih bir İslam devletinde farklı dinlerden insanlar yaşayabilir. Kendilerine ait farklı hukuklara tabi olabilirler. Yine böyle bir devlette farklı ırklardan ve dillerden insanlar sorunsuz yaşayabilir ve kendi dil ve geleneklerini temel İslami kurallara aykırı olmamak şartıyla devam ettirebilirler. Günah işleyenler olabilecek ve bunlar bağlı oldukları hukuk sistemine göre cezalandırılacaklardır.
İslam insanların zahirine hükmedecek ama aramızda her zaman olduğu gibi münafıklar ve fasıklar olabilecektir. Sokaklarımız bir günde Asr-ı Saadet Medine’si gibi olamayacaktır. Hatta belki hiçbir zaman olmayacaktır.
Dinin usulü bellidir. Şeriatın fıkhı bellidir. Müslümanların tarihi tecrübeleri ve insanlığın fıtri yolculuğu ortadadır. Biraz sabır ve itidal hepimize iyi gelecektir.