Bu cendereden nasıl çıkacağız sorusu ile aylardır kafası meşgul olan hepimiz gündemdeki her adımı, her sözü, her toplantıyı, her açıklamayı takip etmekten geri kalamıyoruz.

Boykot çağrıları, destek açıklamaları birbirini kovalıyor. Bizden birilerinin bile doğru tarafta durması haber değeri taşıyor artık. Onlardan birilerinin adil yaklaşımları yüreğimize buruk bir tat bırakıyor.

Hidayet videoları içimizi ferahlatırken çocuk cesetlerinin yanında çürümüş bedenlerin bile toplanamadığı bir vahşete maruz kalmanın insan fıtratını kaybetmemiş olan herkesin yüreğinde bir sızı bıraktığı kesin.

Bakın buraya kadar Gazze kelimesini kullanmadım bile ama hepimiz olayın içinde olduğumuz için gerek de olmadı. Meramım anlaşıldı. Yani umut ediyorum anlaşılmıştır.

Zaten böyle bir gündemimiz varken diğer her şey bana yavan geliyor.

Çocukların cesetlerinin yalnız ve sadece Müslüman evladı oldukları için sıradanlaştığı modern zamanların dünyasında aslında yazacak ya da konuşacak başka bir şey kalmadı. Gazzeli olmalarının feryatlarının duyulmasına engel olması, kanlarının bir karşılığı olmaması ve çaresizce seyretmek!

En afaki hayaller kuranlarımızın bile aklına bir çözüm yolu gelmiyor. Devletlerin ve idarecilerinin aciz kaldığı bir noktada kişilerin atacakları en büyük adımın bir markaya ait herhangi bir ürünü satın olmamak noktasına kadar düşmüş olması ve dahası bunun bile büyük bir iş olması ya da öyle görülmesi, ne kadar aciz olduğumuzun göstergesi aslında.

Samimiyetle çağrı yapanların, feryat edenlerin seslerinin azaldığı ve birtakım politik hesaplarla konuşan ya da eyleme geçenlerin de bir adım sonrasında kenara çekildikleri günlerdeyiz. Batı şehirlerinde görülen milyonluk protestolar ve vicdanlı çıkışlar da anlamını kaybetti. Eskiden birkaç yüz kişinin yürümesi olay olan ve hükümetler değiştiren, kanunlar yaptıran modern batıda artık Müslümanlar namına yapılan hiçbir çağrının karşılığı olmadığı gibi, herhangi bir eylemin de etkisi yok.

Gerçi bir ve mutlak etkisi var: Batının tüm makyajı silindi, içinden bir canavar çıktı ve katliamları/soykırımı alkışlamak dışında tüm eylemler cezasız kalmadı.

Bu arada ortamın müsait olmasından faydalanan ve özellikle Safevi/şii tandanslı bazı yapılanmalar türedi haliyle. Çok müsait bir pozisyondan kalemize şutlar atıyorlar. Mevzu Gazze ve katliam olunca her sese ve soluğa dikkat kesilen ciğerlerimizi ve nefeslerimizi çalmaya çalışan bu hırsızlara karşı da uyanık olmak durumundayız.

Devletler bazında ise herkes bir adım atmaya ve işi kendine yontmaya çalışıyor. Öyle ya devletlerin menfaati olur ve ona göre her şeyi yapmaları veya kullanmaları, daha net ifadesi ile istismar etmeleri mübahtır!

İran bu konuda başrolü kimseye bırakmak istemiyor ancak pabucun pahalı olduğunun farkında oldukları için her zamanki gibi paravan kullanmayı seçiyorlar ve nasıl olsa bugünler için besleyip büyüttükleri taşeronları sahaya sürüyorlar. Maksat dostlar iş başında görsün olunca netice de alınmıyor haliyle.

Tabi direk ya da indirekt olarak katliama destek veren bazı Arap devletçiklerini düşününce kahraman olmaları işten bile değil. Arap devletlerinin kralları için iktidarlarını tehdit eden İhvan temelli bir Hamas hareketi İsrail’den önce yok edilmesi gereken sorun olarak görülüyor. Haliyle seyretmeleri hatta alkışlamaları varlık ve doğalarının gereği.

Doğu ve batı arasında sıkışan Türkiye’nin ise bağırsaklarından bağlı olduğu küresel sistemle mücadele edecek imkân ve güce sahip olmadığını hepimiz biliyoruz. Her şeyi göze alıp müdahale etmesi gerektiğini savunanların samimi olarak bunu aklı selimle söylediklerini sanmıyorum. Sırf muhalefet olsun, iktidarı kötüleyelim diye akla mantığa aykırı söylemler boş depoda bağırmak gibi yankıdan başka bir şey getirmiyor.

İktidarın ise şu sıralar kendi erimesinin derdiyle pek de farklı adımlar atmayı düşünecek hali yok gibi duruyor. Tarihlerindeki ilk seçim yenilgisinin etkisini henüz idrak bile edemediler ki üzerlerinden atıp çevreye bakabilsinler. Erdoğan sonrası hesapların yapılmaya başlandığı söylenen Ankara’dan pek bir şey beklemeye gerek yok.

Beklenti hayal kırıklığına yol açar ve bizim kırılacak hayallerimiz bile yok!

Uluslararası kurumların ve devletlerin ara ara düzenledikleri barış konferansları, toplantılar, birleştirme çabaları derken sonuçta elimizde kalan kocaman bir sıfır!

Filistin meselesini takip edenler bilirler. Filistinli gruplar arasında birlik sağlamak herkesin çok önemsediği ve gerçekleşmesi için önüne gelenin kendince “güya” çaba sarf ettiği bir mevzudur. On yıllardır süregelen bir anlamsız çabaların sahada yaşanan katliama herhangi bir engel olma ihtimali olmadığını ve belki de bu yüzden serbest bırakıldığını düşünüyorum.

Avrupa’nın farklı şehirlerinde, ABD’de ve İslam coğrafyasının belli başlı aktörlerinin topraklarında defalarca yapılan toplantılara en son Çin ev sahipliği yaptı. Kulağa ne tuhaf geliyor değil mi? Doğu Türkistan’da Filistin’de uygulanana çok benzeyen bir işgal yürüten bir devlet utanmadan Filistinlileri bir araya getiriyor ve daha da tuhaf olanı bu muhterem Müslümanlar da icabet edip onların gölgesinde görüşüp konuşuyorlar.

Çin’in, Rusya’nın ya da ABD’nin mihmandarlığında bir araya gelen, anlaşan Müslümanların iflah olma ihtimali yoktur. İzzetin yegâne formülü, Müslümanların kendi karar ve liderleri ile bir araya gelmeleridir. Kayıp kuzuları sırtlanlar sadece yemek için toplar. Bugüne kadar bu gibi adımlardan herhangi bir müspet sonuç çıktığını hatırlamıyorum.

Çaresiz durumdaki Filistinliler kendilerine yapılan her çağrıya icabet ederek belki bir adım atılır diye umutla adeta kapı kapı dolaşıyorlar ama neticede o toplantıları düzenleyenlerin samimiyetsiz planları, kendi menfaat ve politikaları kazanıyor ve Filistin meselesi bir kez daha istismar edilmiş oluyor.

Allah kendisine selamet versin, muhterem Taha Kılınç’ın Ortadoğu’ya Dair Yirmi Tez kitabında Filistin meselesi ile ilgili olarak ortaya koyduğu, “ya topyekûn savaş ya da topyekûn barış” fikri üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Biz İslam alemi olarak ne savaşı ne de barışı topyekûn yapamadığımız sürece, herhangi bir konuda başarılı olma ya da Müslümanların menfaat ve varlıklarını koruma imkânımız da olamıyor maalesef.

Aslında meselemiz elbette vahdet ve bunun gerçekleşmesi için önümüzde çok uzun bir yol var.