İslam fıkhında özel bir incelik ve tatlı bir letafet olarak fetvaların yer ve zamanlara göre hatta toplumlara göre değişmesi gayet normal bir durumdur. Şehirden şehre yahut coğrafyalar değiştikçe hükümlerde görülen esneklik, Müslümanların hayatlarını kolaylaştıran bir açık kapıdır. Din usulünde şeriata ters düşmemek kaydıyla adetlerin fetvalara yön vermesi, İslam’ın insan fıtrat ve gerçeğini doğal olarak en doğru okuyan sosyal hayat düzeni olmasının sonucudur.
Hele savaş ve felaketlerin bölgesel sonuçları varken, fetvaların değişmemesi muhtemel değildir. Örneğin; 2014 yılında dönemin zalim rejimi tarafından abluka altına alınan Suriye’deki Filistin mülteci kampı Yermuk’ta insanlar açlıktan ölümle karşı karşıya kaldıklarında, kedi ve köpek eti ile hayatta kalmak için fetva istemişler ve onlara bu fetva verilmişti.
Bugün benzer şartların yaşandığı ve dünyadan neredeyse haber olarak bile izole edilerek yok edilmeye çalışılan Gazze’de de benzer durumlar yaşanıyor. Hayatta kalma refleksini önceleyen İslam, bu en zor zamanlarında yine zarureti fetva kapılarını mecburen açan bir hal olarak kabul ediyor.
Daha önce bir başka yazıda bahsettiğim bu ağır imtihanla muhatap olan Müslümanlar aynı zamanda yalnız bırakılmışlığın ve terk edilmişliğin verdiği ağır hissi de aşmaya çalışıyorlar. Bu bağlamda bazen bizlere kızmaları, sitem etmeleri hatta hakarete varan söylemlerde bulunmaları da gayet anlaşılır bir durum. Kardeş bildikleri tarafından yardımsız bırakılmak herhalde imtihanın en zor yanıdır.
Bu anlamda, Gazze ile Suriye’nin feryatlarının benzerliği bize bugün yaşanan süreçte olayları ve insanları anlama konusunda bir muhasebe yolu açıyor. İmkânı olan her Gazzeli, tıpkı daha önce Suriyelilerin yaptığı gibi feryat figan ile bize sesleniyor. Bıkıp usanmadan her gün her saat devam eden bu ağıtların haklılığı tartışma götürmez bir konu iken, aramızdan bu sebeple rahatı bozulanların onlara kızmaya hakları olmasa gerek.
İşin bu boyutunu aşanlarımız ise onlara akıl verme konusunda oldukça yetkin ve hak sahibi oldukları gibi bir zehaba kapılarak hemen her mevzuda eleştiri ve fikirlerini ortaya sermekten kaçınmıyorlar.
Oysa insanın önce şartlara bakması, sonra kendine dönmesi ve haddini belirlemesi, ancak ondan sonra bilgi ve becerilerini de tartarak söz söylemesi gerekir. Onların yaşadıklarını yaşamamış birinin onlara tavsiye edebileceği pek fazla bir şey kaldığını düşünmüyorum.
Suriye’de yaşanan fetih ve zafer sonucunda konuşulanlara bakınca ne kadar da hadsiz olduğumuzu bir kez daha anlıyoruz.
Bir kısım aşırı akıllı ve aşırı bilgili ve aşırı uyanık kitle, herkesi aptal sanmaya başladı. Bir tek onlar çözdü komployu, bir tek onlar biliyor yaşananların oyun olduğunu, bir tek onlar anlıyor yaşananları. Aslında hepimiz hayal görüyoruz bir tek onlar uyanık, bir tek onlar görüyor gerçekleri.
Onlara göre, hepimiz bir oyunda yaşıyoruz. Hatta biraz “The Matrix” evrenindeyiz ve makinalar hükmediyor -haşa- kaderimize! Bunlar kırmızı hapı yutanlar sınıfından!
Bu grubun ortak özelliği ciğerlerinin İran’ın yenilgisi ve kayıpları için yanıyor olması. Bu yürek yangınıyla her şey saldırabilir ve her şeyi reddedebilirler. Onlar için İran’dan başkası yalan zaten. İran bunları kırk yıldır anti-siyonistlik yalanıyla öyle uyutmuş ki, hallerini uyanıklık sanıyorlar. Direniş ekseni yalanının aslında bir işkence ekseni olduğunu ve Ehli Sünnet’e yönelik bir sindirme ve yok etme hareketi olduğu gerçeğini ortaya koyan tüm sonuçlar onlar için yalan.
Zira hakikatin ucundan bir tutsalar, bütün hayatları ve hayalleri yalan olacak. Bu da bir insanın kolay göze alacağı ya da kolay kabulleneceği bir durum değil. Anlıyorum yani onları da.
Rab olarak İran mollalarını görenlerle yine Rab olarak İsrail’i görenlerin ortak noktası Müslümanlara düşmanlıktan başka bir şey değil.
Tabi akla zarar, oksijen kullanımına israf etkisi olan konuşmalarında neden Suriyelilerin İsrail’le savaşmadığını kurtuluş harekâtına öncülük eden HTŞ kısaltmasını ekleyerek analiz olarak sunan hocaların varlığı çevremiz için ayrı bir tehdit konusu. Bunların soluyarak karbondioksite dönüştürdüğü oksijen kaybımızı nasıl telafi edeceğiz bilmiyorum.
Bunlar 67 savaşından beri İsrail’e tek kurşun atmayan Suriye Baas rejimini makbul gören, kurulduğu günden bu yana Kudüs için tek kurşun atmayan İran’ın Kudüs Gücü’nü muhterem gören ahmaklıktan kurtulmaları pek muhtemel olmayan aşırı akıllılar güruhu olarak yeryüzünde oksijen tüketmeye ve ümmet adını kullanarak namımızı lekelemeye devam ediyorlar.
Hem Baas rejimi hem de İran rejimi bugüne kadar İsrail’den çok daha fazla kadının, çocuğun ve masum adamların kanına girdiler. Yeryüzünde gelmiş geçmiş hiçbir zalimin uygulamadığı yöntemlerle ezdiler Müslümanları.
Suriye’deki savaş “Beşşar ekber” diyenler ve onlara desek olanlarla; “Allahu ekber” diyenler ve onlara destek olanlar arasında yaşandı.
Diğer tüm görüşler ve duruşlar bunların altına yazılır, önemli olan başlıktır, gayedir.
Akıbet Allah(cc)’den korkanların olacaktır.
İran ve İrancılar on yıllardır direniş ekseni diye sömürdükleri Müslümanların Kudüs ve Aksa hassasiyetini artık kaybettiklerinin farkındalar ve bu öfkeyle kuduruyorlar. Direnişin gerçeği geliyor ve onlar da çok iyi biliyorlar artık iplikleri pazara çıktı, maskeleri düştü…
Bir de bunların dışında ve hemen her şeyin farkında olan şuur ve idrak sahibi Müslümanlar daha ilk günlerden başlayarak Suriye’de kurulacak yeni düzene dair konuşmaya başladılar. Henüz hiçbir şey netleşmeden ve insanlar zaferin ve hürriyetin tadını almadan yapılması gerekenleri sıralamaya başlayan bu kitlemiz de samimiyetlerinden şüphe etmesek de biraz rahatlığın verdiği cüretle keskin sözler etmeyi seviyorlar.
Benzer çıkışları daha önce Afganistan’da kurulan emirlik için de yapmışlardı ve hatta biraz ileri gidenler İslami bir yönetim olamamakla suçlamaya kadar vardırdılar işi. Oysa bu yapılan bizden kilometrelerce önde giden bir araca sollamak için sinyal vermek kadar anlamsız ve gereksizdi. Onlar işin ceremesini çektiler ve bedelini ödediler, bırakalım da yürüyecekleri yolu, coğrafyalarının ve halklarının şartlarına uygun maslahatı onlar belirlesin.
Bedel ödeyen insanlar ve halkları, evinde rahat koltuğundan eleştirmek ya da akıl vermek gibi bir lüksü olduğunu sananlar hata ediyor. Gazze ya da Suriye hakkında laf söylerken biraz titiz olalım. Biraz haddimizi bilelim. Bu insanlar devranın en zorundan geçiyor, unutmayalım.
Bu noktada aslında Suriye’de ortaya çıkan en ağır fitnelerden biri olan Daiş tecrübesinin gerek Afganistan’da gerekse Suriye’de çok iyi okunduğunu düşünüyorum. Belki bambaşka maksatlarla ortaya atılan bu fitne hareketinden Müslümanlar çok önemli ve büyük dersler aldılar.
Bu karmaşadan çıkışta ve varılan yerde Türkiye’nin ve özellikle Erdoğan’ın rolü hakkında tarih elbette şahitlik edecektir. Gerek Afganistan ve gerekse bugün Suriye mevcut şartlardan halkının huzuru ve güvenliği ile çıkabilmek için oldukça değerli bir siyaset izliyorlar. Bazılarına hayal gibi gelse de ümmet gerçekten tek vücut gibi hareket etmeyi öğreniyor. Yani eli yanınca bir daha aynı hataya düşerek ayağını oraya uzatmıyor artık.
Korkmayın en Müslümanlar!
Devranı Allah(cc) yönetiyor. Tuzak kuranların en hayırlısı da Allah(cc)’tır.
Suriye zaferi inşallah Kudüs zaferinin yolunu açacaktır. Biraz sabır ve metanetle bekleyelim.
“Her iş Allah'ın izniyle cereyan eder. Siz olacak şeylerin sırasını değiştiremezsiniz, Allah Teâla sizden birinizin acelesi gibi acele davranmaz. Allah'ın iradesine galebe etmeğe çalışanlar sonunda mağlup olurlar. Allah'ı aldatmak isteyenler de muhakkak aldanırlar.”
Buhari