Neredeyse hepimizi şaşırtan hızlı bir devrim sandığımız Suriye surecinin şahitlerinden olarak, devrimin bir hafta gibi kısa bir süre sonrasında yaptığım ziyaretler ve tarihe not olarak düştüğüm eski yazıların üstünden kısa bir zaman geçtikten sonra bir kez daha geniş bir Suriye turu kısmet oldu.

Bu defa sınır geçişinde Suriye tarafında ciddi bir düzen değişimi ve devletleşme yolunda ciddi adımların atıldığını gördüm. Bunlardan en ironik olanı, giriş işlemlerimi yapan ve ülkede bulunduğum sürede kontrol noktalarında ibraz etmem gereken belgeyi düzenleyen bir memur varken yan masalarda kendi aralarında muhabbet eden ve aslında hiçbir şey yapmayan 7-8 memurun olmasıydı. Modern devletlerin memur profilini yeni Suriye’de görmek ilginçti.

Giriş belgemi gören silahlı bir askerin açtığı demir kapıdan giriş yaptım. Sınırın diğer yanında ilk dikkatimi çeken yol kenarında bekleyen ve Türkiye’den geçenlerden yardım bekleyen çocukların bu defa olmayışı idi.

İlk durağımız el-Bab’ta Yeni Adım Derneğimizin Kardeşlik Okulları projesi kapsamında eğitim veren ortaöğretim okulumuzu ziyaret ederek yetimlerle selamlaştık. Suriye benim için biraz da hatta birazdan daha fazla yetimler ülkesi. Babalarını geçtiğimiz yıllarda direnişe kurban veren ve hayata buruk bir gönülle devam eden yetimlerin yüzünde bir tebessüme vesile olmaktan daha fazla mutluluk verebilecek çok az şey olabilir bu dünyada.

Sonraki durağımız Halep oldu. Halep; düşmesi ve kalkması ile duygu dünyamızda fırtınalara sebep olan, bize memleket kadar yakın, biraz tarih biraz gelecek kokan bir şehir. Yıkılan evler, haritadan silinen mahalleler, yıkılmamak için bir yerlerden tutunmuş izlenimi veren yarı yıkık binalar, sokaklara dökülen ve toparlanıp temizlenen molozlar, başımıza düşmesin diye desteklenen kemerler şehri.

Halep bir kale şehri, kale gibi bir şehir. Yaşayan ve ayakta kalmayı başaran bir şehir. Güleni hatta eğleneni olan ve bir yerlerde hep ağlayanı olan bir şehir.

Devrimin üstünden geçen aylar sevinçleri değil ama meydanlarda sevinenleri azaltmış. İlk haftalarda günün her saati bayram yeri gibi olan kale altındaki meydan şimdi daha sakin. İnsanlar hürriyetin tadını almışları ya artık tadını çıkarıyor ve ne yaşadıklarını sindirmeye çalışıyorlar gibi geldi bana. Sokaklarda emin olarak dolaşabildikleri bir şehirde yaşamanın nasıl bir his olduğunu herhalde anlamamız pek mümkün değil.

Halep’te her yer sandığımız kadar güvenli değildi tabii ki. Şehirde hala bir mahallede varlığının sürdüren ve Türkiye’nin kararını bekleyen YPG/PKK taraftarları risk oluşturmaya devam ediyor. Merkezde huzur içinde dolaşıp, çay ya da kahve eşliğinde muhabbet etmek mümkünse de şehri bilmeyenler için yanlış yerlere gitme ihtimalinden dolayı yerli mihmandarlarımız bize çıkışa kadar eşlik ettiler.

Sonrasında asıl hedefimiz Şam’a doğru ve bu defa zaman kazanmak için yol üstündeki Hama ve Humus gibi iki değerli ve büyük şehre uğramadan geçtik. Yol boyu herhangi bir güvenlik sorunu yaşamadan seyahat edebildik. Kontrol noktalarında bu defa biraz daha ciddi uygulamalara rastladık. Rahatsız edici bir kontrol olmadığı gibi yüzümüze bakıp Türkiye’den geldiğimizi tahmin eden askerler bize kimlik ya da giriş belgesi bile sormadılar. Şam’a ulaştığımızda akşam olmuştu. Hızlı bir yerleşim ve moladan sonra akşam karanlığında Şam sokaklarına çıktık.

Şam ülkenin başkenti olmasının verdiği bir haklı kalabalığı barındırıyor. Özellikle Arap dünyasında gelenekleşen akşam sefaları burada da devam ediyor. Devrim günlük hayatı ne kadar etkiledi sorusunun cevabını mihmandarlarımız kendileri açısından rahatlık olduğu kadar eski rejim yanlıları için doğal bir tedirginlik olduğunu söylüyorlar. Özellikle Nusayri kesimin yarım yüzyıl zulmettikleri bir halktan görecekleri karşılığı bekledikleri aşikâr. Fakat bugüne kadar Humus ve Lazkiye civarında yaşanan olaylar dışında Suriye halkı süreci büyük bir olgunlukla karşıladı ve herhangi bir taşkınlık yaşanmadı diyebiliriz.

Şam’da hayat soğuk hava şartları nedeniyle geceleri biraz erken duruyor. Normalde yaz gecelerinde alışık olduğumuz o Arap sokakları havası saat 22 civarında son buluyor ve herkes kendi dünyasına kapanıyor. Bunun yanında sokaklarda yaşanan hareketlilik, ticari hayatın hızlanması, Suriye lirasının değer kazanması gibi gelişmeler ve açık mekanların dolup taşması gibi günlük rutinlere dönülmüş görünüyor.

Esnafın yüzü gülüyor. Seyyar satıcılar ya da yerleşik manavlarda her tür meyve ve sebzeye rastlamak mümkün. Şam’da hayat devam ediyor yani. Bir farkla, diğer Suriye şehirlerine göre Şam, bizdeki İstanbul gibi pahalı. Büyük şehirlerin girdabına alışkın insanların bağımlılığı sosyolojik bir inceleme konusu olabilir ama hayatın gerçeği böyle.

Şam sahip olduğu tarihi ağırlığın üstüne bir de İslam’dan aldığı asaleti eklemiş bir şehir. Karmaşık görünen trafiği, eski ve yeni semtler arasındaki benzerlerini herhangi bir Anadolu şehrinde görebileceğimiz farklılıkları ile bizden ya da bize çok tanıdık bir şehir.

Her köşesinde bir hatıra yatan, sahabeden başlayarak siyaset ve ilim merkezi olmanın getirdiği bereketi sinesinde barındıran bu şehir, İslam dünyasında hak ettiği yeri en kısa zamanda bulacaktır diye umut ediyorum. Bu konuda atılan adımlar müjde gibi geliyor bana ve Şam’ın geleceğinin ümmete bereket olması umuduyla az aydınlansa da karanlık olmayan sokaklarında dolaşıyorum.

Evet elektrik yeni Suriye’nin en acil çözülmesi gereken sorunu gibi görünüyor. Halk şartlara uyum sağlamak konusunda gayet başarılı olsa da bugünün dünyasında insanlar devletten bunu bekliyor. Her çatıda görülen solar elektrik panelleri geceye bir şehir silüeti sunuyor elbette. Ama eksik ve zayıf. Kısa zamanda bu konunun Türkiye’nin desteğiyle çözüleceğini umut ediyorlar.

Şam’dan ayrılıp Tartus ve Lazkiye istikametine doğru biraz kavisli bir dönüş yolunu takip ederek o bölgeyi de görme imkânı bulduk. Suriye’nin savaştan hiç zarar görmeyen bu bölgesi daha düzgün asfaltları ve beklediğimiz gibi sahile bakan tepeleri saran büyük evleri ile dönemin ikinci yüzünü en iyi görebildiğimiz yer oluyor.

Bölge halkı yeni yönetimin kendilerine nasıl muamele edeceği konusunda yaşadıkları tedirginliği aradan geçen aylara rağmen henüz atamamışlar. Bir başka deyişle, on yıllardır süren bir Nusayri zulmünün arından yaşanan iç savaşta her türlü zulme maruz kalan Sünni kesimin iktidarının onlara adaletle hükmedebilme ihtimaline inanamıyorlar. Yeni Suriye yönetimi ise geçmişte yaşananlara bilfiil katkıda bulunan ve zulmün çarklarını çeviren eski rejim elemanları dışında kimseye dokunmuyor. Herhalde bir süre daha bu tedirginlik devam edecektir ancak adalet ve hürriyet herkese iyi gelir.

Lazkiye kırsalından İdlib’e yöneldiğimizde bir anda savaşın ve fakirliğin soğuk yüzü çevremizi sarıyor. Yağmur altında ve oldukça soğuk bir havada küçük motorlarına yükleyebildikleri kadar odun taşıyan onlarca kişi geçim derdinin ağır bir resmini çiziyor. Sileceklerin zor yetiştiği yağmurda bu adamlar cüzi fiyatlara satılan en fazla elli kilo gelecek kadar az odunları kilometrelerce taşıyorlar. Ekmek; Suriye’de aslanın ağzında değil midesinde bu insanlar için.

Geçtiğimiz yollar ve köprüler savaşın ağır yaralarını taşıyor. Türkmen Dağı ve Kürt Dağları bölgesi bombardımanlardan nasibini almış, haritadan silinen köyler, delik deşik yollarla bizi karşılıyor. Acı bazı yerlere öyle sinmiş ki geçerken içimizi daraltıyor. Yokluk öyle ağır ki insan bu halkın nasıl bu kadar direndiğini anlamakta gerçekten zorlanıyor.

Günün sonunda gerçekten iman ve hürriyet sevdasının ne büyük bir güç olduğunu kabullenip dönüyoruz. Ardımızda yarısı yıkılmış bir ülke, her yanı saran enkaz ama dev gibi umutlarla ayakta duran bir halk bıraktık. Çalışkan Suriye halkı kısa zamanda kendilerine verilecek desteklerle ülkelerini ayağa kaldıracaktır.