Almanya dönüşü, Kardeşlik Vakfı kurucularından Ahmet Akbulut hocam Viyana’ya davet etti. Dört gün kendilerine misafir oldum ve kendimi evimden daha rahat hissedeceğim bir misafirperverlikle karşılaştım. Bunun için Ahmet Hoca Efendi kardeşime ve Kardeşlik Vakfının tüm emekçilerine yürekten teşekkürler ediyorum. Mevla’m mükâfatlarını bol bol versin cennet ce cemaliyle mükâfatlandırsın.
Çok fedakârane bir ev sahipliğinin yanında, Viyanın tarihi yerlerini gezme ve değerlendirme konusunda da gerekli rehberlik ve yoldaşlık gayet sıcak ve güzel oldu. Gezdiğimiz yerlerin ne kadarını değerlendirebilirim bilemiyorum. Ancak bu yazımda Viyana Üniversitesi Kütüphanesine yaptığımız gezi üzerinden bir değerlendirme yapacağım.
Tarih 9 Temmuz 2023, Günlerden Pazar. Tarihi ve ihtişamlı bir saray, kütüphaneye çevrilmiş. Ta girişten itibaren bu ihtişamı görüyorsunuz. Üzücü olan bir şey Viyana’nın her yanında olduğu gibi bu kütüphanede de LGBT reklam ve tanıtımlarının oraya buraya serpiştirilmiş olması. Daha üzücü olan ise hazların yaşandığı kafe-Restoranlar dolup taşarken, kütüphanede kimsenin olmamasıydı. Tüm dünyada olduğu gibi burada da insanlar hazlara ve hızlara adeta tapınır hale gelmişler.
Kütüphane gayet büyük ve düzenli. Asma kattaki koridorlar dar olsa da salon yeterince geniş. Salonun ortasında baştan sonra yüzlerce masalar düzülmüş. Her masada karşılıklı ikişer kişi oturacak şekilde dizayn edilmiş. Gündüz salon yeterince aydınlık. Ama gereğinde masanın tam ortasına her iki kişi için birer okuma lambası monta edilmiş. Yani ders çalışma, okuma ve araştırma yapmak için gereken her şey yapılmış. Masalar ve rafların yıpranmışlığı ister istemez insanda şöyle bir his uyandırıyor. “Deme ki, bir zamanlar buralarda okuma ve araştırmanın hakkını veren insanlar olmuş.”
Yıllardır Avrupa Japonya gece gündüz okuyor metroda otobüste parkta durakta hep okuyor diye lanse edildi. Şu anda Google’a sorarsak bu konuda mebzul miktarda veri bulunur. Batılılar hep okuyor içerikli… Birkaç konferansçı aydından şu ifadeyi mükerreren duydum ve zaman zaman malzeme olarak kullandı. “Kitap okumada Japonya’da kişi başına yılda 27 kitap düşerken, bizde ise 27 kişiye bir kitap düşmektedir. Hâlbuki gerçekler çok farklı. Benim Japonya’da yıllardır çalışan akraba ve arkadaşlarımdan aldığım bilgilere göre, Japonya da batıdan pek farklı değil. Oralarda da yeni nesil hazlara ve hızlara tapınalı çok oluyor.
Günlerden Pazar olmasına rağmen kütüphanede biz 4 arkadaştan başka tek bir ziyaretçi var. Bir köşede açmış kitaplarını ders çalışıyor. Biz ise sadece kütüphaneyi bir ziyaret ve bazı kitapları yüzeysel inceleyip çıkacağız. Bu sessizlik ve tenhalık ister istemez yıllardır bizim ülkemiz ve diğer İslam ülkelerinde yapılan taraflı propaganda ve algı operasyonlarını aklımıza getirdi. Hatırlayalım. Yıllardır acınacak haldeki batı; bize “muasır medeniyet” “özgürlük” “demokrasi” ve “insan hakları cenneti” olarak lanse edildi. Onlar cilalanıp parlatılırken biz ve bize dair her şey “tu kak kak” yapıldı.
Şimdi gelelim çokça sorulan şu soruya: “Neden batılılar servetler içinde yüzerken İslam âlemi ekmeğe muhtaç?” diğer bir soru: “Neden batı bilim ve teknolojide bu kadar ileriyken biz gerideyiz?” bu soruların detaylı cevabı kitaplar dolduracak kadar derin ve önemlidir. Ancak kısaca şunu ifade edelim ki, batının zenginliği, iki asırdır sömürgeleştirip haraca bağladığı ülkelerden çaldıkları yerüstü ve yeraltı kaynaklarıyladır.
Evet, batı asırlarca sömürge tezgâhını tahkim etmek için çalışıp durdu. Aralarına saldığı bin bir tefrikayla İslam ümmetinin gücünü dağıttıktan sonra da dünyanın tüm mazlumlarını ve özellikle İslam ülkelerini adeta talan etti ve etmeye devam ediyor. Birazcık objektif tarih bilen her kes bu gerçeği bilir. Güç İslam ümmetinin elindeyken, ümmet gücü adalet ve dünya mazlumlarının hukukunu korumakta istihdam etti. Malum bizim adalet anlayışımızda; “Mazlumun dini sorulmaz.” İlkesi vardır. Mazlum kim olursa olsun ona yardım etmek. Zalim ise değil düşmanımız; aşiret ve akrabamız da olsa, hatta babamız da olsa ona karı durup hesap sormak…
Avrupa’nın bilim ve teknolojide ileri oluşu da yine benzer bir tezgâha dayanmaktadır. Yani batı bizim sadece para ve servetlerimizi çalmıyor. Sadece petrol, doğalgaz, altın ve elmas madenlerimizi talan etmiyor. Aynı zamanda bizim gençlerimizi ve çocuklarımızı da çalıyor. Evet, batı beyin göçüyle teknolojide bilek göçüyle de sanayide ilerledi. Tabi bunu öylece ustaca yapıyor ki, beyinler ve bilekler, “celladına âşık olan idamlık” misali kendi istekleriyle batıya gidip teslim oluyorlar. Çünkü nesiller; 3 yaşından itibaren seyrettikleri çizgi filmlerle, bilgisayar oyunları ve sosyal medyanın devasa gücüyle celladına âşık edildi. Sonra devam edelim inşallah. Subhaneke... Bi-hamdike... Esteğfiruke...