Yapılmış her iyi şeyin sonunu getiren bir müdahaledir savaş! Kurulmuş her düzenin, kurgulanmış her planın ve inşa edilmiş medeniyetlerin sonudur.
Bin bir emekle yayılmış yolların, taş taş dizilmiş köprülerin, özenle boyanmış duvarların ve yuva bilinmiş her bir çatının yıkılmasıdır savaş!
Görülmesiyle mutlu olunun her bir duruşun, bakılmasıyla içler ferahlatan her çift gözün, duyulmasıyla huzur bulunan seslerin, gülüşlerin ve sözlerden taşan sevgilerin, umutların ve hayallerin yıkılışıdır savaş…
Savaş; medeniyet yolculuğunun durdurulması, yolcuların yok edilmesi ve yolların tahrip edilmesidir.
Çocukların gözlerinin korkudan yuvalarına sığmadığı, annelerin endişelerinin dağlar kadar büyüdüğü, babaların kadim görevlerine döndüğü ve insanın içindeki kahramanla canavarın ortaya çıktığı yerdir savaş.
Kurdun kuzuyu yemek için bulduğu, “suyumu bulandırdın” gibi en mantıksız bahanelerden bile basit sebeplerle savaşır insanlar. Dünyanın büyük resmi budur. Zaferler ve kayıplarla şekillenir bu hayat.
Mesele, savaşsız bir dünya değildir, zira bu boş hayallerden de boş bir ütopyadır. Dünya durdukça bu kavga devam edecektir. Yaratılışımız gereği kazanan olmak için gayret etmekten ve hazır olmaktan başka bir yolumuz yoktur.
Emperyalistlerin ağası olduğu bu dünya düzeninde kimsenin huzurunun garantisi yoktur. Kendi iktidarları ve halklarının menfaatleri için geri kalan insanlığın felaketini umursamayan zalimlerin hüküm sürdüğü düzlemde, kimsenin evladını ya da malının garantisi yoktur.
İdarecilerin ferasetle atacakları adımlar ve halkların şuurla vereceği destekten başka, yardım beklenecek dünyalık bir kurum ya da kuruluş da yoktur.
Güçlü bir zalim, keyfi bir savaş başlattığında, diğerlerinin tavırlarından alınacak dersler çoktur. Üstü kapalı onaylamalar ve yol göstermelerle süren bir danışıklı döğüş manzarasında, temkinli adımlar ve güçlü imkanlar arasında durmak gibi bir yol izlenmesi normaldir.
Hem her ihtimale hazır olunmalı, hem de son kerteye kadar savaştan uzak kalmak için gayret edilmeli. Ancak savaş kapıya geldiğinde de, korkup sinmemeli ve dirayetle gereğini yerine getirmeliyiz.
Ölümün kendisine geldiği son ana kadar ölümü unuttuğumuz gibi, kapımıza gelene kadar savaşı ve sonuçlarını da unutmamız ve bize bulaşmaz zannetmemiz büyük bir yanılgı olur.
Tarihin döngüsünün merkezinde yer alan bir millet olarak, kılıçlarımızın her daim bileyli olması ve yüreklerin cesaret ve kararlılıkla dolması gerekmektedir.
Unutmayalım; bizim aylarca tek tek taşlarını dizerek, bir sanat eseri gibi inşa ettiğimiz kaldırımlar, zalim bir işgalcinin, vicdansız bir askerinin, bir düğmeye basarak yollayacağı bombalara bakar.
Demem o ki; evet şehirler inşa edelim, medeniyetler kurgulayalım. Yolların ve kaldırımların sorunlarını konuşalım ve verilen ya da aksayan hizmetleri sorgulayalım. Ama bütün tartışmaları anlamsız hale getiren savaş gerçeğini de unutmayalım.
İdarecilerimize ferasetli kararlar alarak milleti mümkün olduğu kadar felaketlerden uzak tutmaları için dualar edelim. Güçlü ve tecrübeli bir orduya sahip olmanın ne büyük bir nimet olduğunu yaşayarak öğrenmemize gerek olmasın. Şuurlu bir millet olmanın, tarihin akışı içinde, toplum olarak hayatta kalmanın, olmazsa olmaz kuralı olduğunu unutmamamız gerekiyor.
Bu günler insanlar arasında döner durur. Kazananlar ve kaybedenler değişir sürekli. Sıra bize geldiğinde rolümüzün hakkını vererek, onurlu bir hayatı korumanın cefasını çekmeye hazır olmalıyız.
Çok değil, daha yüz yıl önce, tarihin darboğazından, savaşın en acımasız cenderesinden geçmiş bir milletin evlatlarıyız. Gerektiğinde ayın dirayeti sergileyeceğimizi göstermeye devam etmeliyiz. Bundan daha caydırıcı bir ittifak yoktur!