Malum salgın, her gün yakınımız veya uzağımızdaki birçok dost, akraba ve arkadaşlarımızın terki diyar eylemesine sebep olmaya devam ediyor. Kur'an ve Sünnet, öyle yoğun bir şekilde bize ölümü hatırlatıp, ölümden sonra ki hayata hazırlanma konusunda uyarı yapar ki, sorma gitsin. Kur'an'ı Kerim'in bu gerçeği hatırlatmayan bir sayfası dahi yoktur diyebiliriz. Ya sarahaten veya işareten mutlaka; kıyamet, ahiret, ölüm ve ölüm ve sonrasına hazırlıkla ilgili bir hatırlatma vardır.
Bu genelleme bir yana, Nice Prof.’lar, doktorlar, sağlıkçılar, aydın ve münevver şahsiyetlerin yanında bir de çok değerli ilim ve irfan sahibi şahsiyetleri de bu salgında kaybettik. Emin Saraç Hoca Efendi, Ömer Döngeloğlu, Tatvan’dan Molla Nizameddin, Şeker Hoca lakabıyla bilinen Celal Tilgen Hoca, Giresunlu Nuri Genç Hoca, Şanlıurfalı Aziz Hoca ve Said Hocalar ve daha nice değerli insanlar…
Kaldı ki, ölüm sadece “korona” ile gelmiyor ki. Sebepler; bin bir türlü, ama gerçek birdir ki, o da eceldir. Kur'an'ın ifadesiyle: “Her ümmetin (kişinin, eşyanın takdir edilmiş) bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde ne bir saat geriye bırakabilirler ve ne de öne alabilirler.” (A’raf 34)
İslam alimleri, kıyameti iki kısma ayırırlar.
- Kıyameti Kübra/büyük kıyamet ki, bildiğimiz, bu dünyada bulunan her şeyin sona ereceği zamandır.
- Kıyameti Suğra/küçük kıyamet ki, her insanın kendi ölümüdür. Biz büyük kıyametin vaktini bilmiyoruz. Onun vaktini ancak Allah (cc) biliyor. Evet, küçük kıyametin vaktini de bilmiyoruz ama, ölümün bize bir nefes kadar yakın olduğunu biliyoruz. Allah (cc) şöyle buyurur: “Ey insan! Şüphesiz, sen Rabbine (kavuşuncaya kadar) didinip duracak ve sonunda O’na kavuşacaksın.” (İnşikak 6)
Peki, ona nasıl bir halde kavuşacağız. Rahmetini hak edeceğimiz ak bir yüzle mi? Yoksa perişan bir halde ve hüsrana uğramış olarak mı? İşte bu gerçeği şimdi anlamasak, ne zaman anlayacağız? Gelin bu büyük gerçeği kavramak için Kus bin Saide’ye kulak verelim.
Kus bin Sâide son peygamberin geleceği vaktin yaklaştığını haber verenlerdendi. Fesahat ve belagati ile pek meşhur bir hatip olan Kus bin Sâide’nin, Arapların her sene kurulan en büyük ve en kalabalık panayırı olan, Ukaz panayırında bir kızıl deve üzerinde, Resulullah (sav) ın da peygamberlik öncesi genç yaşında dinlediği meşhur hutbesinde şöyle der:
“Ey İnsanlar!..geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür, ölen çeker gider. Olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, anaların babaların yerini tutar, sonra hepsi mahvolup gider. Vukuatın ardı kesilmez, hemen hepsi birbirini takip eder. Kulaklarınızı açınız, dikkat ediniz. Gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü geniş bir döşeme, gökyüzü ise bir yüksek tavandır. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez, acaba gittikleri yerlerden memnun kaldıkları için mi gelmiyorlar, yoksa orada bırakıldıkları için uykuya mı dalıyorlar. Yemin ederim; Allah (cc)’ın indinde bir din vardır ki şimdi bulunduğunuz dinden daha doğrudur ve daha sevimlidir. Allah (cc)’ın gelecek bir peygamberi vardır ki gelmesi pek yakın oldu, gölgesi başımızın üstündedir. O’na îmân eden kimseye ne mutlu, O’na isyan ve muhalefet eden kimseye de yazıklar olsun… Yazıklar olsun ömürleri gaflet içinde geçen kimselere.
Ey cemaat-i iyad!.. Hani ecdadımız ve babalarımız? Hani taştan saraylar yapan A’d ve Semud kavimleri? Hani dünya malına güvenerek kavmine; “Ben sizin rabbinizim” diyen Firavun ve Nemrud? Onlar size nispetle daha zengin ve kuvvet bakımından da sizden daha kuvvetli değiller mi idi? Bu yer, onları değirmeninde öğüttü, toz etti dağıttı, kemikleri ile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet etmeyin, onların yolunda gitmeyin. Her şey fânidir, bâkî ancak Allah’tır (cc) ki birdir, şerîki ve nazîri yoktur. İbâdet edilecek ancak O’dur. Doğmamış ve doğurulmamıştır. Evvel gelip geçenlerde ibret alınacak çok şeyler vardır. Ölüm ırmağının girecek yerleri vardır ama çıkacak yerleri yoktur. Büyük küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Anladım ki herkese olan şey bana da olacaktır.” Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...