İdare edenlerin hepsi bir zamanlar idare edilenlerdi. İdare edenler, idare edilenlerin üzerindeki konumlandırmaları ile kendilerine rol tayin ederler. Boş durmazlar, kendilerini hemen bir sosyal üst sınıfa ya dahil ederler ya da yeni bir sınıf oluştururlar. Çünkü geldiği sosyal sınıftan bir an önce soyutlanmalıdırlar. Her idare edilen idare etmeye geçmeden önce söze şu ütopik söylemlerle başlar:
"Şuranın idaresini bana versinler üç günde düzeltirim". "Ben olsam şöyle yaparım" gibi arkası gelmez konuşmalarla her toplanma meclisinin vazgeçilmez meclis muhabbetini oluştururlar. Sonrası bu iki sınıf arasındaki mücadele her zaman idare edenlerin lehine, idare edilenlere karşı bir dayatma ile son bulur. İdare edenler kendilerini vazgeçilmez olarak görüp böyle vazifelendirildiklerine kendilerini inandırırlar. Bunu da emir eri olarak genelde hoş görünme ceberrutluğu ve hışımlarıyla gösterirler.
Başta da belirttiğimiz gibi idare edenler köyden, mahalleden çıkabilir, şehirde yetişebilir fakat nereden çıkarsa çıksın, nasıl ve nerede yetişirse yetişsin o makama geldiğinde beklemeksizin o makamın kimliğine bürünür ve tüm geçmişini çöpe atarak resetler. Yanına gittiğinizde suratları birden buz kesilir. Kolay kolay gülmezler. -Kendinden yukarıdakiler hariç- karşısındakine hitabı yok sayıcı ve itibasızlaştırmaya dönüktür. Bazen de cinsiyete göredir (kadın-erkek). Devletin halka dönük yüzünü kendi adına otoriterleştirir. Sesi homurtulu çıkar. ‘Adamına göre’ davranır. Makamı kendisinden yüceyse yüzü yumuşak, sesi ince ve kibar, odasının kapısı açıktır. Ama gelen kendisinden aşağı ya da sevmediği birisi ise saatlerce bekletir. Sesi sert ve homurtuludur. Israrcı olursa ancak sekreteriyle görüşebilir.
Daha düne kadar idare edilenler kitlesinin içinde bulunurken dost olduklarını tanımaz olur, telefonlara cevap vermez çünkü çok yoğundur. Gönül koyanlar umrunda olmaz , vefadan dem vuranlara acırlar. ‘Reailete’ var derler. Bunca yaşadıkları, acı, tatlı hatıraların hiçbir anlamı kalmaz. İdare edenler kitlelerin gözünde bazen sempati kazanmak için memleket meselelerinden çok yorulduklarını, bıktıklarını, insanı idare etmenin zorluklarını, usandıklarını lakin insanlara hizmet etmenin kendilerini bırakmadığını acayip bir çalımla ‘ ben olmazsam burası batar, burada hiçbir iş yapılmaz’ gibi ifadelerle yüze vurarak ya da kısık seslerle ifade ederek devam edip giderler. Halkın içinden çıktıklarını çabuk unuturlar. Aslında halkın memurudurlar ama halka idarecilik yaparlar. Kimliğini aldığı makamla övünür.
Oraya gelene kadar neler verdiğini, ne eli öpülmeyeceğin elini öptüğünü, nice verilmeyecek tavizler verdiğini, yükselmek için sıra takip etmenin önemini vurgular. Hedefinin daha da yüksek olduğunu daha çok yolunun olduğunu övünerek anlatırlar. Bir kere kendisini oraya attı mı, bir kere kurula girince, bir kere masaya kurulunca yani idare edilenler zümresinden ayrıldılar mı o çehre, o ses, o tutum, o karar ve kumanda tavrı derhal bunları bulur ve ‘idare ediyoruz’ ifadeleri başlar. İdare ediyoruz dedikleri kitlenin yanı başında kalmayıp karşısına geçerek ve bir terbiyeci gibi elinde dizgini tutan bir adam haliyle kırbacı şaklatmaya, dizgini kasmaya ve tartmaya başlar. Bu bir süre sonra hastalığa dönüşür ve yaratılış gayelerinin idare etmek ve kendilerinin asla vazgeçilmez olduğuna kendilerini inandırırlar. Bu durumları böyle sürüp gider.