Afganistan’da neden sular durulmuyor. Dünyanın üç süper gücünün burnunu sürtmesine rağmen, neden bir türlü kendi bağımsız devletini kuramıyor. Neden irili ufaklı hain gruplar, kan dökmekten vaz geçmiyorlar. Bunun sebebi, sadece içerideki kimi hain gruplar mı, yoksa asıl sebep, para ve güce tapınan, paragöz, kapitalist, emperyalist kapkara güçler midir? Gelin bu sorunun cevabına, bir de buradan bakalım.
Savaş endüstrisi tarih boyu devam etmiş olsa da hiçbir dönemde bu kadar revaç bulmamıştır. “Delikli demir çıktı mertlik bozuldu” sözünün bir manası da budur. Delikli demirle sadece basit namlu kastediliyordu. Hâlbuki silah teknolojisinin ne kadar ilerlediği malum... Sadece konvansiyonel silahlar değil, kimyasal, biyolojik, nükleer vs. silahların enva-ı çeşidi… Tüm bu çeşit silahlar, akıl almaz teknolojiyle de birleşince, varın vurgunun, kalleşliğin vahşiliğin boyutunu hesap edin…
Özellikle son bir asırda, küresel emperyalistlerin doymak bilmez tamahları sonucu, bu bacasız endüstri adeta kudurmuştur. Tabi savaş endüstrisinde fabrika bacası olmasa da bacalara rahmet okutacak, bombardıman, barut ve gaz dumanları var... İrili ufaklı milyonlarca namludan, kesintisiz barut dumanları püskürüyor... Nice top ve tankların namluları, fabrika bacalarından daha dehşet…
Savaş endüstrisi devam etmeli ki, küresel emperyalistler, onlarca tarafa hesapsız silahlar satmaya devam etsinler. Her kes biliyor ki İslam diyarında, anarşi, terör kavga ve savaşlar kızıştıkça, silah alımları katlanarak devam ediyor.
Savaş endüstrisi devam etmeli ki, emperyalist zalimler, mazlumları kurtarmak için yaptıkları cansiperane fedakârlıklar ve emekler karşılığında, İslam diyarının petrollerine, doğal gazına, diğer enerji kaynaklarına ve yer altı, yer üstü zenginliklerine onlarca yıl daha ipotek koyabilsinler.
Savaş endüstrisi devam etmeli ki, İslam diyarı emperyalist zalimlerin icad ettikleri silahlarının reklamını yapmak için poligon olarak kullanılmaya devam etsin. Yeni silahlar denensin ve canlı yayınlanan katliamlarla reklamları yapılsın. Kobay olarak gördükleri mazlum bedenler üzerinde yeni nesil kimyasal gazların ve silahların denemeleri devam etsin.
Savaş endüstrisi devam etmeli ki, toz duman ve kargaşa içinde, organ mafyası daha rahat iş görsün. Ölü sağ fark etmez yeter ki iz kalmasın. Bombalar, füzeler, uçaklar, mayınlar vs. savaş homurtuları ve dumanları, izleri silsin. Savaş zaman ve mekânları bu vb. cürümler için en mümbit ortamlardır. Kim bilir kaç on yıllar sonra ortaya çıkacak… Hangi karanlık odaklar, kaç mazlum çocuğun, gencin, kadının, erkeğin; hangi organlarını yağmaladılar.
Savaş devam etmeli ki; çocuk mafyası, daha çok çocuğu ticaretine malzeme yapsın. Sulh ortamında dahi nice çocukların kaçırılarak değişik vahşi emellere alet edildiği bilinmektedir. Ortalığın toz duman olduğu savaş zamanlarının, bu vahşete kat kat artıracağı tartışılmazdır.
Savaş devam etmeli ki, fuhuş mafyası daha hızlı çalışsın, servetlerine servetler katsın. Kimi mazlum kadınlar çocuklarının hayati ihtiyaçlarını gidermek için başka çıkar yol bulamadığından bilerek veya bilmeyerek bu uçuruma düşsün... Kimisi de mafyanın tuzaklarına takılıp iradesi dışında bu kirli işin içine yuvarlanıversin. Bu vahşi ve insanlık dışı işleri normal zamanlarda zevkle yapan caniler, savaş zamanlarında ne yapmaz ki…
Savaş endüstrisi devam etmeli ki, uyuşturucu mafyası rahatlasın. Kurt puslu havayı sever. Bakmayın mafya falan sözlerine, nice devletler! Böylesi karanlık yollardan karanlık servetler ediniyorlar. Gücü elinde bulunduran devletlere kim hesap sorabilir ki. Bu konuda kendilerini dünyanın veya bölgelerinin efendisi görenler en başta gelir…
Yıllardır Afganistan, Pakistan gibi savaş alanı olan diyarlar, uyuşturucu üretiminin de en zengin kaynağıdırlar. Bu bir rastlantı olabilir mi? bizim ülkemizin doğu illerinde değil savaş, terör dahi uyuşturucu sektörüne ne kadar hizmet etti. Hala her yıl bahar aylarında binlerce hektar alanda ekilen uyuşturucular imha ediliyor. Tabi bu, tespit edilen kısmıdır. Ya tespit edil(e)meyen?... İnsanlar kısa zamanda köşe olmak için bu karanlık işin hamallığını yapıyorlar. Ama asıl baronlar, sırça köşklerinde otururken, yıllık trilyon dolarlara sahip oluyorlar. Hem onların sağlık ve ömürlerini, hem de bin bir emek ve alın terleriyle kazandıkları paralarını çalıyorlar.
Savaş endüstrisi; aynı zamanda daha çok ilaç, tıbbi ve medikal malzeme satışı da demektir. Ne kadar çok yaralı o kadar daha çok ilaç ve tıbbi ve medikal malzeme demek… ne kadar kol ve bacakları kopan, gözleri fırlayan insan olursa o kadar daha çok protez; kol, bacak ve göz satışı demektir. Bu da sektörle uğraşan şirketlerin servetlerini katlamaları demektir. Bir protez kol veya bacağın 30-100 bin TL arası değiştiğini düşünürsek… Bir asra yakındır kaç milyon kolsuz, bacaksız oluştu dersiniz…
Ayrıca savaş demek, daha çok demir, çimento, yapı ve altyapı malzemeleri sarfiyatı da demektir. Bir düşünün hele, şehirler neredeyse dümdüz ediliyor. Ne deprem, ne heyelan ne de başka bir felaket bu kadar yıkıcı olabilir. Son yarım asırda neredeyse İslam diyarının tamamı, ölüm tarlalarını dönüştürüldü. Afganistan, Irak, Suriye, yemen yakıldı, yıkıldı, talan edildi. Son Gazze savaşında şehrin havdan çekilen fotoğraflarını gördük… Halep, Hama, Humus, Bağdat, Felluce, Anbar vb. yerleri de gördük… Kim bilir daha nice yerler göreceğiz. “Taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmamış” diyarlar… Şunu da unutmayalım ki tüm bu cürümler; yıllardır bize muasır medeniyet diye yutturulan, çağdaş!, özgür!, hümanist! Batıya aittir. İyi tanıyın ve tanıtın… Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...