Yaptığımız işlerde ve hatta hayatlarımızı uğruna feda etmeyi göze aldığımız ideallerimizde samimi olmak, en değerli hazinelerimizden biridir. Zira samimiyetsizliğin, ağızlarda bıraktığı iğrenç tadın, kulaklarda kalan unutulası sesin telafisi neredeyse yok gibidir.

Konumuzun dindeki terimleri olan ihlas ve riya adındaki iki önemli köşe taşının nelere sahip olmaya yol açabileceği gibi, neleri de kaybetmeye mal olabileceğini bilmemiz aslında anlamak için yeterli olabilir.

Meşhur örnektir, Kuzman.

Yesrib’in Medine olma yolunda verdiği en önemli savaşlardan biri olan Uhud muharebesine katılmayıp geri kalan, ancak kadınların onu kınamaları nedeniyle utanarak orduya yetişen, oldukça faydalı bir savaşçı olarak katılım sağladığı muharebe sonunda canından olan, ancak şehitler arasına defnedilmesine bile izin verilmeyen zavallı Kuzman…

O, Allah için verilen bir savaşa kadınların kınamalarından dolayı katılmış ve şehitlerden sayılmamıştır. Aradaki tek fark budur.

Niyet ve niyetteki ihlas!

Bir de herhangi bir işi yaparken gerçekten samimiyetle yani ihlasla Allah için amel eden, ancak daha sonra o salih amelini, başkalarına anlatarak, başkalarına minnet sebebi kılarak, başkalarından o amelinden dolayı mükafat veya özel muamele bekleyerek, heybesindeki ahiret azığını dünya yollarına dökenler var.

Allah için yaptığı işin karşılığını başkalarından beklemekten daha saçma ne olabilir sorusunun cevabı herhalde budur; yaptıklarına karşılık olarak, insanlardan kahraman muamelesi görme arzusu, beğenilme, takdir edilme sevdası gibi boş ve geçici heveslerle, gayretlerini kendi eliyle heba etmek.

Belediye hizmeti sunarsınız, oy almak için bunu insanlara anlatırsınız, çok normaldir. Bir iş yerinde çalışır, verilen vazifeyi yerine getirir ve takdir edilirsiniz normaldir. Hatta öğrencisinizdir, başarılı olduğunuz için övülürsünüz, bu da normaldir.

Ancak, yaptıklarınızdan dolayı insanları minnet altında bırakırsınız, iyilikleri başlarına kakarsanız, size minnet duymalarını ister, özel bir saygı göstermelerini beklerseniz; o işi bunları elde etmek için yapmışsınız demektir. Daha ötesini istemeye hakkınız kalmaz.

Bu noktada vefa duygusunu hatırlamakta fayda var. İyilere ve salihlere, ilim ehline ve hayırlı idarecilere, vefa ile muhabbet beslemek, onlara saygı duymak ve bunun en güzel göstergesi olarak, dünya ve ahiret saadetleri için dualar etmek elbette, erdemli bir davranıştır.

İyilik sahipleri, insanlardan karşılık beklememeli ancak; insanlar da kendilerine iyilik edenlere, hayrı dokunanlara vefa ile yaklaşma erdemini göstermelidirler.

Yani vefa, istenen ve beklenen bir şey olmamalı, içten gelen ve samimiyetle yaşanan bir hal olmalıdır.

Biraz müşahhas örneklerle izah etmeye çalışayım.

Fi tarihinde, herhangi bir mağduriyetin giderilmesi için, bir zulmün engellenmesi için, bir hakkın tesisi, bir hukukun korunması için, adım atan, yol yürüyen, gayret eden ve kendi çapında katkı sunan birileri, günü geldiğinde, o yaptıklarını, zamanın mağdurlarına fatura etmeye kalkarlarsa, bu herhalde riyakarlığın en net göstergelerinden biri olur.

Başörtüsü yürüyüşlerine katılmış veya hadi bir adım ileri gidelim; bu uğurda cefa çekmiş, sopa yemiş, hapis yatmış hatta hayatı kaymış olsa dahi hiç kimsenin Allah için girdiği o yolun faturasını, minnetini bugün insanlardan çıkarmaya hakkı yoktur.

Filistin için birkaç saat ayakta kalmaktan başka bir marifeti olmayan birinin, herkesten çok söz hakkına sahip olması mümkün olabilir mi?

Suriye halkına yardım kampanyalarına katıldı diye, kimin birine minnet borcu olabilir? Hangi niyet ve hangi samimiyet bunu beklemeyi normalleştirir?

Allah için yaptıysan, kullarından ne istiyorsun? Kullardan karşılık almak, alkış almak, takdir toplamak için yaptıysan ahirette ne bekleyebilirsin?

Sen Allah için yap, kulları da seni takdir edecektir zaten. Müslüman, bir yönüyle de, nankör olmayan insan demektir.

Vefa beklentisi minnetin habercisidir. Bugün abilik ya da başka isimlerle takdir ve özel muamele bekleyenlerin niyetlerini sorgulamalarına çok acil ihtiyaçları vardır.

Git, kimin için amel ettiysen karşılığını ondan bekle, bize ne diyorsun? Ne anlatıyorsun?