‘Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa, Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, kanatlarını sererler. Muhakkak ki alim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar ederler. Hatta denizdeki balıklar bile. Alimin abide üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki alimler nebilerin varisleridir. Nebiler dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir.’ (Tirmizi, Ebu Davud)
Hadisin metninden açıkça anlaşılan ve alimlerimizin çoğunluğunun da anladığı üzere bu miras ilimdir ve alimlerin nebilere varis olmaları bu ilme sahip olmalarına işaret eder. Bir kişiye bir diğerinden miras olarak kalan şey, onda ilk sahibinin meziyet ve üstünlüklerini ortaya çıkarmaz ve hatta bununla hiç bir ilgisi de olmaz.
Şöyle ki; bir evlada babasından kalan miras ne olursa olsun ve ne kadar çok olursa olsun onun takva ve faziletini artırmaz ancak o mirası hayırla kullanır ve harcarsa bundan kendine fayda temin etmiş olur.
Alimlerin nebilerden miras kalan ilme sahip olmaları onların herhangi bir üstünlük sahibi olmaları anlamına gelmez ancak o ilimle amel eder ve bunda da ihlas sahibi olursa -ki bunu da ancak Allah bilir- fazileti elde etmiş olur. Sırlarına hükmeden Allah(cc)'ın hükmünü bilenimiz olmayacağından biz onların ilimleri ile zahiren nasıl amel ettiklerine bakar ve onların hakikaten bir Nebi(sas) varisi mi yoksa bir mirasyedi mi olduklarına karar verebiliriz.
İlim tahsil etmek akli melekeleri yerinde olan ve buna kendini vakfeden her insanın yapabileceği bir iştir. Bunun için ihlas hatta iman bile gerekmez. Müsteşrikler bunun en büyük örneğidirler. Bunlar İslami ilimleri çok iyi bilirler ancak iman etmedikleri bu ilimle amel etmek bir yana müslümanlarla mücadelede kullanırlar.
Bu durumda ilim sahibi olmanın fazilet ve takva bakımından ve hele insanlara önderlik etme yönüyle hiçbir alakası yoktur. Kendisine tabi olunması ve sözlerinin değer kazanması için elbette en önemli alamet ilmi ile amel etmesidir.
Bir alimin amellerini yahut halini ölçmenin en kolay ve sağlam yolu sünnettir. Bir alim Sünnet-i Nebi'ye tabi olmakta ne kadar hassas ise Nebi(sas)'in mirasına da o derece sahip ve sadıktır. Zira Kur'an ilim, sünnet ise amel ve takvadır.
İlmiyle insanları hayretler içinde bırakan, Nebi(sas)'e olan sevgisi sebebiyle ondan bahsederken gözyaşlarına boğulan ancak sünnete ittiba hususunda açık kusurları olan birinin salih bir Nebi(sas) varisi olamayacağı açıktır. Zira ilim ve muhabbet sahibi bir kişinin Nebi(sas)'in sünnetlerinden herhangi birini bırakınız terketmesi, hafife alması bile beklenmez. Kişi ne kadar sünnete tabi ise o kadar takva sahibidir ve bir o kadar da Nebi(sas)'nin mirasının bekçisidir. Değilse o mirasa sadece bilgi olarak sahip olması onu ancak mirasyedi yapar.
Mirasyedi bir alim, hem devraldığı miras olan İslam'ı, hem kendini hem de çevresindekileri ifsad eder. Sünnete aykırı halleri sembolleştiren ve hatta bunu emreden bir alimin Nebi(sas)'e varis olabileceğini düşünmek risaleti de ilmi de mirası da anlamamaktan başka bir şey değildir.
De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.' (Ali İmran 31)
İslami cemaatlerin kendi lider ve hocalarını kutsadıkları günümüzde hemen her topluluk kendi liderini 'Nebi(sas) varisi alim' ilan etmekten çekinmemektedir. Hatta en bariz sünnete aykırı itikatlere sahip olan ve amelleri işleyen adamları bile varis ilan eden bu zihniyetten çok çekeceğimiz aşikar.
Kendi grubuna karşı yapılan her hamleyi Nebi(sas)'in hayatından bir hadise ile mukayese edebilecek derecede dengesini yitiren bu bakış açısı, farkında olarak ya da olmayarak kendilerine tabi olmayan diğer müslümanları kolaylıkla tekfir edebilmektedir.
Nebi(sas)'e varis olmayı onun hayatındaki olaylara benzer şeyler yaşamak gibi bir tuhaflıkla yorumlamaya çalışan bu hastalıklı kafalar hoca ve liderlerini bir tür 'klon nebi' zannediyorlar.
Ne sahabenin Nebi(sas)'e ne de onlardan sonra gelen selef-i salihinin ulema ve umeraya göstermediği iltifat ve yüceltmelerle şeyhlerini 'ete-kemiğe bürünüp görünen' ilahi bir varlık olarak lanse edenlerin sünnet ehli olma ihtimali olabilir mi?
Meşhur ve fıtri bir sünnet olduğu sabit olan sakalı terkederek, sakal traşı olmayı şiar edinmiş hatta bunu cemaatine sembol yapan ve maalesef daha da ileri giderek traş olmayı temizlik, sünnete uyarak sakal bırakmayı pislik olarak öğreten bir hocanın nasıl ve hangi utanmazlıkla Nebi(sas)'e varis olabileceğini düşünebiliriz?
Örneklerini çoğaltabileceğimiz bu gerek itikadi ve gerekse ameli sapmalar bizim için mihenktir. Kalbini açıp bakma imkanımız olmayan kişilerin bu halleri ortadayken onlardan sünnet ehli hatta Nebi(sas) varisi üretmeye çalışmak, kayaya tohum ekip ürün beklemek gibidir.
Nebi(sas), sahih bir tevhid akidesi ve kamil bir sünnet ile temsil edilen bir miras bırakmıştır. Bu mirasa ancak ihlas ile amel eden alimler varis olacaklardır. Bunlar her devirde varoldular ve halen de varlar. Onların yalnızca sözleri değil amelleri de bu itikat ve sünnete uygundur.