Geçen yazımızdan devamla kaldığımız yerden konuya devam ediyoruz.

Kardeşlerim

Bizim, diyanetle dünyalık bir husumetimiz yoktur,  amacımız diyaneti öcü göstermek veya yerden yere vurmak değildir. Biz burada dinleri açıklıyoruz. Ve bu dinlerden birisinin de devletin diyanet teşkilatı üzerinden bize sunduğu, beğendirmeye çalıştığı veya dayattığı Ulusalcı Din Anlayışını izah etmeye çalışıyoruz.

Diyanet elbette ki kendi başına bir din ortaya koyma gücüne sahip değildir. Fakat İslam olmayan bir şeyi bize İslam diye dayatmaktadır. Sabır buyurursanız karşılaştırmalı olarak diyanetin nasıl da sapıkça şeyleri bize din diye yutturduğunu göreceksiniz.

Kim iktidara gelirse gelsin; ister solcu, ister sağcı, ister sözde dindar, ister laik dinsiz… Diyanetin eliyle din, bu yetkililerin menfaatlerine hizmet eden güçlü bir araç olarak kullanılmaya başlandı. Kim iktidarda ise din yani Diyanet, o grubun çıkarları için kullanıla gelmiştir. Bu durum, Müslümanların yaşadığı işgal edilmiş bütün İslâm topraklarında geçerlidir. Yani, her ülkede devletin kontrolünde olan bir Diyanet teşkilâtı vardır ve iktidar o kurum aracılığıyla dini kitleleri mobilize edip uysallaştırmada bir maşa olarak kullanmaktadır. Bunun için bütün Din’ i terminolojiyi altüst edebilmektedir. Mesela bir zamanlar Arap devletlerinde ‘Vatan sevgisi imandandır.’ Gibi mevzu hadisleri sanki Din’ in kesin bir emriymiş hatta imanın gereğiymiş gibi sunabilmiştir. Halkta bunu yutmuş ve Laik ve Ulusalcı bir devleti sevmenin imanın bir gereği olduğuna inanabilmiştir. Bu trajik çelişki tüm İslam beldelerinde halen yaşanmaktadır…

Cumhuriyetin ilanı ile periyodik olarak Tekke ve Zaviyeler kapatılıp, Câmilerin kapısına kilit vurulurken, bir kısmının depo, ambar, işyeri olarak kullanılmaya başlanması... Bazı câmi, medrese ve vakfiyeler de Cumhuriyetin ilk yıllarında torpilli bazı azınlıklara satılması! 3 Şubat 1932’de “Ezanın Türkçe okunması ‘’ kanunlaştırılarak Arapça aslıyla okunmasının yasaklanması! 15 Kasım 1935 tarihinde çıkarılan bir kanunla eskiden câmi olarak kullanılan kiliselerin, tekrar kiliseye çevrilmesi… Bir yandan bunlar yaşanırken öbür yandan Atatürk’ün isteğiyle Diyanet teşkilâtı 3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı kanunla kurulmuş olması… Bu ne yaman çelişki anne dedirten ve üzerinde derin derin düşünülmesi gereken çok önemli bir konudur!

Diyanetin kuruluş amacı, tamamıyla devletin hizmetinde olan, devletin istediği şekilde bir din anlayışı oluşturmaktır. Devlet, kendi içerisinde kendi aleyhine oluşacak bir güç olgusuna şiddetle karşı olduğundan, din ile devletin birbirinden tamamen ayrı olduğu söylenmeye başlandı.

Aynı zamanda dine ve vicdana saygılı olduklarını söylemeyi de ihmal etmediler. Yetkili ve etkili güçler, halkın tepkisini çekmemek için dinsiz olmadıklarını söylediler. Bunun için de dini kontrol altına alan bir teşkilât kurmaları gerekiyordu.

Laik, demokrat, Türkiye gibi devletler Müslümanları kontrol altında tutabilmek için kendisine bağlı( Tarikat, Cemaat ve STK) gibi kurumlar inşa ederler. Dini afyon olarak kabul eden Rusya dahi, bir taraftan halkı dinsiz yapmak için bütün gücünü sarf ederken, diğer taraftan resmî müftüler atayarak Müslümanları bu müftüler vasıtasıyla saptırmaya ve kontrol etmeye çalışmıştır.

Resmî ideolojinin kontrolünde ve onun prensiplerine göre çalışan her kurum, bağlı olduğu devletin değerlerine hizmet etmek zorundadır. Bu anlamda Müslümanların Diyanet’ten bir beklentileri olamaz. Çünkü böylesi bir kuruluştan beklenti içinde olmak abesle iştigal olur.

Aksine, bu kurum hem İslâm’ın anlaşılmasına, hem de Müslümanların ciddi çalışmalarına engel teşkil etmektedir. Bu kurumun kitleler üzerindeki tesiri düşünülürse bu sözümüz daha iyi anlaşılır.

Günümüze odaklanarak devletin dayattığı din ve karşılaştığımız problemleri analiz edelim;

DİYANETİN DİN ADINA İŞLEDİĞİ CİNAYETLER

Diyanet’in din adına işlediği cinayetler saymakla bitmez neresinden bakarsanız bakın tam bir fecaat ve rezalet…

Kısaca diyanet kurumu; İslâm’ı devlet ve muamelatta yok sayan ve dini namaz oruç ve hac gibi ibadetlerden ibaret göstermeye çalışan gayrı İslâmî düzenin kurumu dur.

Bu gerçekten hareketle, İslam adına devletten hayırlı ve iyi bir iş beklemek safdillik, abesle iştigal ve hayalperestliktir.

İslam ve Müslümanlık adına iyi bir şey beklemenin ötesinde, Diyanet İslam adına akla hayale gelmeyecek zararlar vermiştir.

Bir zamanlar yaptıkları ile İslam’a savaş açmış bir rejimin, temel yasalarında herhangi bir değişiklik olmadığı halde, Diyanet’e yüz bin kadar kadro… Birçok bakanlığın toplam bütçesinden daha fazla bir bütçe ile diyanetin desteklenmesi, genişletiliyor olması… Bütün bunların elbette ki bir manası vardır. 

İslâm’ın hâkim olmadığı sistemlerde, din devletsiz; devlet de dinsiz konumdadır. İslâm’ın istediği gibi bir din topluma ve sisteme hâkim değilse, devletin istediği bir din (dinin tahrif edilen şekli) ortaya çıkacaktır. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak ya Din’ in Devlet’ i ya da Devlet’ in Din’ i. İşte bizde burada TC’nin Din’ ini ve İslam’a verdiği zararları anlatacağız. Bunları maddeler halinde sıralayacak olursak.

  • Hakla bâtılı karıştırmak, hakkın üzerini batıl ile örtmek bkz. Bakara, 42 ve Âl-i İmran, 71)

Beşeri sistemlere bağlı dini kurumlar, ister istemez bağlı bulundukları sistemin borazanlığını yaparlar. Net doğruları azdır. İllaki hakikati batılla karıştırarak sunarlar.

Örneğin; İslam’da da seçim var denilerek, temeli laiklik ve demokrasiye dayanan cumhuriyeti Müslümanlara şirin göstermeye gayret ederler.

Oysaki hiçbir Müslüman,  İlahi bir din/sistem olan İslâm’ın yerine beşeri bir yönetim şekli olan demokrasiyi ikame edemez. Burada kutsal olan seçim değildirki içine konulan her ne ise onu kutsal kılsın.

Önemli olan seçimine gittiğiniz şeyin değeridir.  Demokrasi adına hangi seçime gidilirse gidilsin, zaten baştan yanlışın içindesiniz demektir.

Bu kadar inceliği dahi akıl etmeyen toplumu, seçim ve cumhuriyet yalanı ile uyutup küfrün egemenliğine zemin hazırlayan güç diyanetlerdir.

Ama maalesef, demokrasi denildiği zaman, İslâm adına toplumun ÖNDE GELENLERİ ve Müslüman geçinen zümreler, demokrasiyi savunmak için demokratlardan daha öne çıkmaktadırlar. Bu durum akla ‘Kraldan çok kralcı’ deyimini getirmektedir…

Toplumu yalnız İslâm inancı ve ahlakı üzerinde şekillendirmesi gereken diyanet teşkilatı maalesef toplumu demokrasi üzerinde şekillendirilmeye çalışmaktadır. Böylece özünden ve hedefinden sapmış bir Müslümanlık ortaya çıkmaktadır.