Her abdest alışında adeta başka aleme gider ve rengi sararmaya başlardı.

Renginin değiştiğini görenler, merak edip sebebini sorduklarında; “Huzuruna çıktığım Zat’ı düşünmek, benim dünyamı değiştiriyor” derdi.

Allah’a karşı şükranını ifade ederken, bir iyilik gördüğünde, Kuran-ı Kerim okurken “Secde” ayeti gelince, bir kötülükten kurtulunca, iki kişinin arasını bulunca, bir zorluğu atlatınca, mutlaka şükran secdesine kapanırdı.

Fakir ve kimsesizlere yardım konusunda da büyük bir gayret gösterirdi.

Çok sayıda fakire yardım ettiği halde, bunu hiç kimseye fark ettirmezdi.

Herkesin uykuya çekildiği gece vakitlerinde fakir fukaranın evlerine giderdi.

Dahası o fakirlerin de bundan haberi olmazdı.

Gizlice bırakıverirdi yardımları ihtiyaç sahiplerinin kapılarına.

Yardımların üzerine de “helaldir” yazılı not iliştirirdi.

Uzun zaman bunu devam etti.

Ve bu gizli hayrı açığa çıkarmamak için büyük çaba harcadı.

Bir gün ihtiyaç sahipleri yardımların gelmediklerini gördüler.

Birkaç gün daha bekledi ihtiyaç sahipleri.

Kime sordularsa kimse bilemedi.

Sonunda içlerinden biri, “yardımların kesildiği gün bu şehirde ne oldu?” diye araştırmaya başladı.

Yardımların kimin eliyle yapıldığı HZ. Hüseyin (r.a.)’in oğlu Zeynel Abidin’in ölümüyle ortaya çıkmıştı.

Kendisini yıkayan gassal, sırtındaki büyük nasırı görünce hüngür hüngür ağladı.

Çünkü geceleri fakirlerin kapısına gizlice erzak taşırken bu hale gelmişti Zeynel Abidin’in sırtı.

Plastik ve sentetik çağın yardımsever ve STK’larına hatırlatayım dedim.

Belki düşünüp aklederler diye..

Sağ elin verdiğini sol elden gizleyen bir nezih medeniyetin çocuklarına gösteriş ne de çirkin kaçıyor, desinler diye çabalayanlar ne de beyhude bir iş ile uğraşıp sonunda hüsrana sürükleniyorlar.

Garibgurebaya yardım işinde sorumluluk alan herkes birer Zeynel Abidin olmaya bakmalı.

Bu maksatla yazdım.

Olur ya; belki biz de bir ders alırız.

Kim bilir!