Toplumsal suskunluk sendromu içinde, sesimiz içimize kaçmış gibi yaşıyoruz/ yaşamak buysa tabi…
Amaçsız, umarsız ve duyarsız bir düzen tutturmuş bize verilen vadenin son bulmasını bekliyoruz.
Elinden oyuncağı alınmış ve kimsesiz bırakılmış bir çocuk gibiyiz, hepimiz birbirimize küs ve arkamız birbirimize dönük.
Kaygısal yaşamak bünyelerimizi kirletmiş, kalplerimiz dünya sevgisiyle o kadar dolmuş ki en ufak bir dünyalık kaybetme korkusu kalp kriziyle sonuçlanır olmuş.
Dayanılmaz bir ağrı içindeyiz; kalp ile başlayıp beyinle son bulan dayanılmaz bir boşluk ve hedefsizlik nedeniyle oluşan boşluk ağrıları çekiyoruz.
Kaybettiklerimizi geri kazanabileceğimizin, elimizde bir delili yok. Aramızı bozduğumuz zat öyle hemen bizi affeder mi bilmiyoruz; bununla birlikte aramızı bozduğumuzu da sanırım pek umursamıyoruz. Yolumuz kesişmesin diye gözlerimizi kulaklarımızı ve kalbimizi kapatmış durumdayız. Olduğunu bildiğimiz halde yokmış gibi yaşamayı kendimize yaşamak gibi sanıyor ve öylece rölantide ağır ağır gidiyoruz.
Çözüm odaklı olmayışımızı, soruna odaklanmalarımızla ve sorunlarla boğulmalarımızla örtmeye çalışıyoruz. Bindiğimiz dalı kesiyoruz ama düşmez de ümidini de içimizde yitirmemeye çalışıyoruz.
Ya tutarsa diyerek, ölümü bekleyip bir bakarsın şansa kadere bizde girer miyiz acaba iyilerin bulunduğu yere hayalleri ve rüyalarıyla yaşayıp gidiyoruz.
Bakalım bu gidiş bizi nereye götürecek…