İnsanın fıtratı gereği çevresinde olup bitenlere bigâne kalması söz konusu olamaz. Öyle ya da böyle, bir şekilde politik gelişmelerin gölgesinde bir gündemle yaşıyoruz. Geçen haftaki köşemizde sözü Müslümanın politik gelişmeleri kulluk bilinciyle izlemesi ve yerini de buna göre belirlemesine işaret etmeye çalışmıştık.
İşin elbette manevi yönü ve sorumluluğu kadar kişinin kendine olan saygısı, ahlak anlayışı ve nihayetinde ortaya koyacağı duruşun erdemi olmak zorunda. Esasen Allah’a kulluk; kendine saygının da, erdemin de en kestirme ve kesin yoludur. Biraz daha açabilmek adına detaylandırmaya çalışayım.
Kendimizce doğru gördüğümüz bir politikacının peşinden gidiyoruz varsayalım. Siyasi görüş diyemiyorum zira günümüzde artık siyasi görüşten ziyade liderlerin ardından yürümek revaçta. Her birini ayrı ayrı tarttığımızda fikir ve inanç planında, en azından söylemlerinde aynı ya da birbirine çok yakın oldukları görülecek olan politikacıların, iktidar kavgasında ciddi rekabet hatta düşmanlıklara kapıldıklarını görünce, olayın bir dava olmadığını ya da dava ise de şahsi ikbal davası olduğunu düşünmemek elde değil.
Bu da bir yere kadar anlaşılabilir. İnsandır, içinde Firavun olma potansiyeli de taşır, Ömer olma arzusu da. Kendini elbette Ömer olacağına ikna etmiştir. Çevresindekiler de onun bir Firavun adayı olduğuna ihtimal verdiklerinden değil, adil bir yönetim ve başarı sağlayacağı umudu ile ardından yürürler.
Bu noktada sorun, peşinden gidilenin kusursuzlaştırılması veya hatalarına teviller yapılarak hatta fazilete dönüştürülerek masumlaştırılmasında ortaya çıkıyor.
Öyle bir yere geliniyor ki; lider ne derse desin, sorgusuz sualsiz savunmak, yaptığının mutlaka bir açıklaması olduğuna inanmak, asla eleştirmeye yanaşmamak politik sadakat olarak algılanıyor. Tabii ki, aksi de politik ihanet!
Oysa bizim gibi sıradan vatandaşlar için, bu insanların da insan oldukları, hata yapabilecekleri, kusurlarına rağmen olabilecek en iyi tercih oldukları gibi bir yerde durmak da mümkün. En azından kendimize olan saygımızı korumanın bir yolu bu.
Başkasının hatalarını savunmak zorunda hissetmek nasıl bir düşüklük halidir?
Bir başkasının ikbal ve menfaati için kendi ahlak ve erdeminden ödün vermek hangi izanla açıklanabilir?
Daha da vahimi buna; olması gereken bu, dava bu, yol bu diye kendini inandırmak nasıl bir kandırmadır?
Bir politikacının başarısı bir Müslümanın davası olabilir mi? Buna kendini nasıl ikna eder bir insan?
Hayır arkadaşlarım, politik bir mücadele Müslümanın davası olamaz! Olsa olsa dava yolculuğunda bir tümsek, bir engel, bir hendek olur.
Dava, insanları Allah’ın dinine davet etmekten ibarettir. Bunu yapmak için kullanmak zorunda olduğumuz zaman, mekân ve imkanların tamamı sadece malzemedir. Politika yaparak kulluk vazifesini yerine getirmek ve davasını tebliğ etmek herhalde en zor ve engebeli yola çıkmaktan daha beter bir tercihtir.
Politikanın içinde barındırdığı en büyük risk, kendisine dalanı dibine çekmesi ve suyunda eritmesidir. İnsanın diline, haline ve ameline yerleşen yanlışların zamanla ruhuna, gönlüne ve kalbine işleyecek olması, kaçınılmaz bir ihtimaldir.
Allah’ı zikrettiğinden çok partisinin adını, liderinin namını tekrarlayan bir dil; ölümü ve hesabı andığından daha çok seçimi ve oyları hesaplayan bir gönül; insanlara takva ya da erdemleri sebebiyle değil, sıfatları ve makamları kadar muhabbet kuran bir kalp; hangi davanın neferidir ve daveti kimedir, neyedir?
Evet, İslam toplumu olarak politikaya dahil olmak konusunda öyle güzel ikna olduk ki, aksi bir söz ya da tavrı ciddiye alacak halimiz kalmadı. Hayatımız, Müslümanlığımız ve davamız politik akışa göre şekillenir oldu.
İşte bu yüzden, bir yerde durun diye bağırmak gerekiyor.
Durun ey Müslümanlar!
Hesabını Allah’a vereceğimiz bir hayatı yaşıyoruz. Akıbet seçim sandıklarında değil, amel defterlerinden çıkacak sonuçla belirleniyor.
Tamam, apolitik olmayın ama politikanın oyuncağı da olmayın. Tamam, güzel işler yapan adamları sevin ama o adamların ikbalinin davacısı da olmayın.
Neyi, neden savunduğumuzu ve kimin peşinden neden gittiğimizi arada sorgulamak iyidir. Bir durun, düşünelim…