Alman filozof Emmanuel Kant, “Zaman, sessiz bir testeredir” der.
Biçip gider de biz farkında olmayız.
O biçmenin farkına vardığımız zaman da iş işten çoktan geçmiş olur.
Ha bugün, ha yarın deyip durururuz dünyanın arkasında.
Bitmez bir türlü dünyalık işler ve dünyaya dair arzular.
Biz çırpındıkça o testere biçmeye devam eder.
Biz çırpınmanın testere ise kesmenin peşinde.
Adamın biri ölüm döşeğinde yatıyor fakat bir türlü ölemiyormuş.
Adam sürekli "Kumu getirdiler mi, tuğlayı taşıdılar mı, çimentoyu hazırladılar mı, ameleler çalışıyor mu?" diyerek sayıklıyormuş.
Okusun diye hoca çağırmışlar, gelen hoca Sûre-i Yâsîn okumuş olmamış, Sûre-i Kaf okumuş yine olmamış.
Velhâsıl ne okunduysa ne yapıldıysa kâr etmemiş, adam yine benzer sözleri tekrar edip "Harcı karıştırdılar mı, kumu taşıdılar mı, tuğlaları indirdiler mi?" diyerek hep aynı şekilde sayıklayıp duruyormuş.
Adamın bu hâline şâhid olan uyanık bir Bektâşî, siz bu işi bana bırakın, ben hemen hallederim" demiş ve adamın kulağına eğilerek, "Ustaaa harç bitti paydos, paydooos!" demiş.
Durumumuz tam olarak böyle bir şey.
Harç diyoruz, çimento diyoruz, biriket diyoruz.
İlkbahar geliyor, Yaz geliyor, Sonbahar geliyor, Kış geliyor.
Bizler ise bir mevsim bitmeden diğer mevsimin hazırlığını yapıyoruz.
Son mevsimin hangisi olduğunu bir türlü düşünmüyor ve hesaba katmıyoruz.
Oysa testere sessiz bir şekilde ömrümüzü biçmeye devam ediyor.
Kulağımıza eğilip "Zaman sessiz bir testeredir, seni biçip duruyor" diyen de yok malesef.
Hep beraber var gücümüzle dünyayı nasıl elde ederiz diye çırpınıp duruyoruz.
Üstelik bu dünyanın kimseye yar olmadığını ve olmayacağını da çok iyi biliyoruz.
Bakın Paygamber efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem "İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar." diye buyurmuşlardır.
Rabbim hepimizi ölmeden önce hakikatı görmeyi ve o derin gaflet uykusundan uyuyanmayı nasip eylesin.
Zira öldükten sonraki uyanış bize hiçbir fayda sağlamayacaktır.