Kur'ân-ı Kerîm, hangi yönden incelenirse incelensin, beşerin onun gibi bir eser meydana getiremeyeceği İspatlanmış ve her yönden üstünlüğü açıkça kendini göstermiştir.


Bu hakikate rağmen, tarihte bazı cüretkârlar ortaya çıkıp, Kur'ân'a nazîre yapmak istemişlerse de, bunların gayretleri aczlerini itiraf et­mekten daha ileri gidememiştir.


en-Nakkaş'ın naklettiğine göre, Arap filozofu el-Kindi'ye dostları, Ey Hakîm, bize Kur'ân'a benzer bir şey yap derler. O da ar­kadaşlarına, onun bazı kısımlarına benzer bir şey yapabileceğini söyler. Uzun müddet bir yere çekilir ve çalışır. Sonra arkadaşlarının yanına gelerek, onlara:

“Allah'a yemin ederim ki, ben ona benzer bir şey yapmaya muktedir olamadım. Hiç kimse de buna kadir olamaz. Mushafı açtım, karşıma Mâide Sûresi çıktı. İlk âyeti ahde vefa ile başlayıp, ahidleri bozmaktan nehyetmekte, hayvan etlerinin helal olduğu konusunda genel bir hüküm koymakta, sonra bir istisna koyarak bundan bir durumu ayrı tutmaktadır. Daha sonra da kudret ve hikmetini bildir­mektedir. Bunların hepsi iki satırda anlatılmaktadır. Böylesine geniş bir ifadeyi iki satıra hiç kimse sığdıramaz. Bu geniş ifadenin anlatılabilmesi için cildlerce eserin yazılması gerekir” demekle aczini itiraf etmiştir. (Tefsiru'l-Kurtubî, VI. 31-32.)

Buna âit güzel bir misâli bize el-Esmâ'i vermektedir:


“Bir gün bedevi (köylü) bir Arap kızından işittiğim bir şiirin fesahati karşısında, Allah seni helak etsin, ne kadar da fasîh söylüyorsun dediğimde, bana,


yazıklar olsun sana, söylediğim şu şiir, Cenab-ı Hakk'ın


“Musa'nın anasına, onu emzir, ona âit bir tehlike gelince denize bırak, korkma, kederlenme, çünkü biz onu yine sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye vahyettik”


âyeti karşısında fasîh sayılabilir mi? Bu âyet, iki emir, iki nehiy, iki müjdeyi cemetmektedir”
demiş ve el-Esma'î yi mahcûb etmişti. İşte size basit bir bedevî kızının Kur'ân-ı Kerîm anlayışı... (Tefsiru'l-Kurtubî, XIII. 252)