İnsan hayatının farklı aşamaları vardır. Her insan doğar, büyür ve sonunda ölüm dediğimiz gerçekle karşılaşarak geldiği yere döner. Hayatımız, ölüm denen hakikate doğru durmadan akmaktadır.

Kısa bir misafirliğin ardından, her gün binlerce insanı yolcu ettiğimiz ebediyet yurduna adım adım yaklaşıyoruz. Ölümle dünya hayatının perdesi kapanırken, kabir perdesi aralanır. Ardından ahiret kapısı açılacaktır.

Peş peşe takip eden bu sahneler her insanın mutlaka karşılaşacağı yaratılış gerçeğinin farklı aşamalarıdır.

Ölüm, kişiyi yatağından ayırıp toprağa, dünyanın kalabalığından alıp kabirde yalnızlığa terk eder. Çoluk çocuğundan mahrum bırakıp toprağın kucağına iter. Ancak şunu unutmamalıyız ki hepimizin kapısını çalacak olan ölüm, bir son değil, yeni ve ebedî bir hayatın başlangıcıdır. İnsanlar belirli bir süre kabirde kalır daha sonra mahşer dediğimiz, kalpleri ürperten, nefesleri tüketen, renkleri solduran, kişi yeğen yakınlarını bile unutturan diriliş günü gelir. O gün, kişinin canından, malından, yaptıklarından ve yapmadıklarından hesaba çekileceği gündür. O gün, küçük büyük demeden, dünyada işlenen her şeyin yer aldığı amel defterinin açılıp sahibine verileceği gündür.

Ahiret günü, herkes dünyada yaptığının karşılığını bulur. O gün, insanların kimi hazırlıklı, kimisi hazırlıksızdır. Hazırlıklı olanlar müminlerdir. Bu kimseler, dünyada iman etmiş ve imanlarının gereğini yapmaya çalışarak Rablerini razı etmeye, Rablerinin rızası doğrultusunda bir hayat yaşamaya çalışmış kimselerdir.

Hazırlıksız olanlar ise, dünya hayatında imandan yüz çeviren, Rablerinin rızasını kazanma gibi bir tutkuları olmayan, ahiret hesabı yapmayan kimselerdir. Her iki kesim de amelinin karşılığını bulur. Neticede herkes, ne ekmişse onu biçecektir. O gün, orada herkes kendi hesabını vermek durumundadır. Müminler, kâfirler, haklılar, haksızlar, zalimler, mazlumlar, zayıflar ve güçlüler birbirleriyle hesaplaşacaklardır.

Herkes kendini haklı çıkarmaya çalışacak, neticede yüce Allah, hükmünü verecek, haklı olan haksız olandan ayırt edilecektir.

Netice olarak bu dünyada, zaman zaman karşılaştığımız ve çevremizde ortaya çıkan olumsuz şartlar, bazen de insanın kötü arzu ve ihtirasları, insanın basiretini bağlayabilmekte, iyilik ve kötülükleri görmesini önleyebilmektedir.

Dolayısıyla Rabbimiz bizden, dünyanın geçici nimetlerine aldanmayıp ebedî olan ahiret hayatına yönelmemizi istemektedir. Amacımız, kendimizi dünyadan uzaklaştırmak değil, bilakis yaşarken Allah’a olan sorumluluğumuzun bilincinde bir hayat yaşamak ve hesap verme şuuruyla, imtihan meydanında olduğumuzu unutmamaktır. Zira yaşadığımız hayat, dinî ve ahlaki değerlerimize kayıtsız, ahirete, hesaba duyarsız bir şekilde harcandığında sıradan hâle gelir ve anlamsızlaşır. Kısaca hesap vermenin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu ifade eden bu ayet, bize, gaflet içinde olmamamız, ölüme ve hesaba daima hazırlıklı bulunmamız gerektiğini ifade ediyor.

Çünkü dünya hayatı, ahiret hayatının yanında çok kısa bir zaman dilimidir. İnansın veya inanmasın hiçbir canlının ölümden kurtulma imkânı olmadığına göre, ölüme hazırlıklı olmalı, hayatımızı imanla, ibadetle, güzel ahlakla geçirmeye çalışarak

Rabbimizi razı etmeye çalışmalıyız. Tutan ellerimiz tutmaz, yürüyen ayaklarımız yürümez olunca, nefeslerimiz tükenip dudaklarımız kapanınca artık ahiret için yapabileceğimiz bir şey kalmaz. O halde amel defterimizi salih amellerle doldurmaya çalışmalı ve hesaba çekilmeden önce nefsimizi hesaba çekmeliyiz.

Rabbim hesabını kolay verenlerden eylesin. Bizleri mahcup etmesin inşallah.