Yaratılışımız gereği, isteklerimizin sonu olmaz. Ta ki, ölüm meleği gelip kapımıza dayanıncaya kadar hatta o anda bile bitmez. Hep içimizde bir hayıflanma, bir keşke fırtınasıdır eser durur.
Baksanıza; idam mahkumlarına bile, son bir isteği olup olmadığı sorulur. Gerçi bu ne kadar anlamlıdır, onu bilmek istemezdik. Öyle ya biraz sonra canına kıyacağınız birine istek sormak nedir? Ve fakat, belki de hayattan ayrılma anından birkaç nefes önce bir arzusunun yerine getirilme umudu bile insana ölüm acısını hafifleten bir sebep verebilir.
Son anımıza kadar bitmeyecek isteklerin sahipleri olarak, günlük hayatta karşılaştığımız ve rahatsız olduğumuz için değiştirilmesini istediğimiz konuların da bitme ihtimali pek yoktur. Ne muhatap olduğumuz insanlar, ne de hizmet veren kamu kurumlarının bizi memnun etmeleri pek rastlanmış bir şey değildir.
Hep daha iyisini, daha çoğunu, daha güzelini, daha ucuzunu istemeye devam edebiliriz. Bunda bir gariplik yok, zira insanız. Hayatta kalmaya ve bu kalışımızı en az maliyetle icra etmeye meyilli yaratılmışız.
Bütün bu genellemelerin ardından söylemek istediğim, bu memnuniyetsiz ve hatta doyumsuz yaklaşımlarımızın yerini biraz kadirşinaslık denen erdemin alması gerektiğidir. Yani eksikleri ve yanlışları gördüğümüz ve dillendirdiğimiz kadar; iyilikleri ve güzellikleri de görmek ve göstermek, dahası sebep olanlara teşekkür ve minnet duymak.
Dünya hayatının tam ve mükemmel olması mümkün değildir, hem de kimse için. Hep bir yerlerde eksik kalan bir şeylerimiz olacaktır. Hep bir yerde ayağımıza bir taş takılacaktır. Dünyadır ve kanunu böyledir.
Cennette yaşayacaklarımızı dünyada gerçekleştirme çabası kadar anlamsız ve gereksiz bir uğraş herhalde yoktur. Haliyle bu beklentiye girmek de aynı şekilde; hem kendimiz hem de muhatap olduğumuz insanlar için böyledir.
Dünyada kimse bize cennet veremez, çünkü onda da yoktur. Biz kendimize bir cennet kuramayız, çünkü böyle bir ihtimal yoktur.
En fazla fıtratımızın meylettiği cennetin sahtelerini kurabiliriz, o da imkanı çok büyük olanlarımız için geçerli olur.
Burada küçük bir detayı dikkatlere sunmadan geçmeyeyim. Yaratılışı gereği insanın nelerden haz duyacağı ve mutlu olacağını en iyi bilen Allah(cc)’dur ve O, cenneti hep “altlarından ırmaklar akan köşkler” yurdu olarak tasvir eder. Şimdi şöyle bir haber ve bilgi dağarcığınızı karıştırın. Dünyada en büyük nimet ve zenginliklere sahip olanlar nerelerde yaşarlar?
Cevap tartışmasız olarak doğuda ve batıda aynıdır. Deniz, göl ya da nehir kıyılarındaki suya nazır köşklerde. Daha ötesini hayal edemeyiz bile, kapalıdır zihnimiz ve gönlümüz…
Öyleyse; Allah(cc)’a karşı kadirşinas olmalı ve verdiklerini karşılıksız verdiğini unutmadan, aldıklarının hesabını sormak gibi bir edepsizliğe yeltenmeden, boyun eğerek kulluğa devam etmeliyiz. Öyle ya; hangi marifetimizden dolayı bize bunca nimeti verdi ki, aldığında ona isyan etme hakkımız olsun?
Saymakla bitmez karşılıksız verilen onca şeye şükretmekte yetersiz kalırken, bir de verilmeyenlerden dolayı sitem etme cüretinde bulunmak ne garip bir edepsizlik olur.
İnsanlara karşı kadirşinas olmalı ve bizim için yaptıklarının onların yapabileceği en büyük ve çok şey olduğunu düşünerek teşekkür edip hayata devam etmeliyiz. Kimse bizim için kendini helak etmek zorunda değildir.
Yine, birinin bizim için yaptığı bir şey onun yapabileceği her şeyi bize vermesi için bir yol açmaz. Onun imkanlarını veren ve değerlendiren, kullandığı yerlerin hesabını da soracak olan Allah(cc)’dur.
Biraz memnun olmalıyız, biraz minnet duymalıyız. Umulur ki, Allah(cc) ve insanlar bizim kadirşinaslığımızın karşılığını fazlasıyla vereceklerdir.