Bilindiği üzere İslam ümmetin en büyük sorunu tefrika sebebiyle birbirine düşmesi ve gücünün dağılmasıdır. Bu tefrikada 1400 yıldır devam eden ve bir “Sebeiye” planı olan Şiilik en etkinidir.

Şianın da en çok istismar ettiği konu “ehl’i beyt” ıstılahıdır. Zira islam ümmetinin Resûlulah (sav) ve ona yakın olan her kes ve her şey konusunda özel bir muhabbeti vardır. Tafsilatıyla olmasa da kısaca “ehl’i beyt” ıstılahını değerli bir âlim ve akademisyenin kaleminden paylaşalım.

“Tarih boyunca istismar edilen bir kavram: “ehl’i beyt”

Ehl-i Beyt kavramı tarih boyunca bazı fırkalar tarafından çokça istismar edilmiş bir kavramdır. Bu yazımızda temel kaynaklar ışığında, özellikle Kur’ân’ın beyanı ve onunla uyumlu olan sahih hadisler ışığında, konuya bakmaya çalışacağız:

Hz. Peygamberle ilgili olarak Ehl-i Beyt kavramı en açık biçimde Ahzâb sûresinde peygamber hanımlarına hitap eden bir dizi ayetin içerisinde geçmektedir:

“Ey peygamber! Eşlerine şöyle de: Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım. Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa onun cezası ikiye katlanır, bu Allah için kolay bir şeydir. Sizden kim de Allah’a ve Resulüne itaat eder, güzel işler yaparsa ona hak ettiği karşılığı iki kat veririz, ayrıca onun için değerli bir nasip de hazırladık. Ey peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer günahtan sakınmak istiyorsanız sözü edalı bir tavırla söylemeyin ki, kalbinde hastalık olan kimse ümide kapılmasın. Ayrıca düzgün söz söyleyin. Evlerinizde oturun ve daha önce Cahiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı güzelce kılın, zekâtı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Ey Peygamber’in ev halkı! (Ehl-i Beyt) Allah sizi sadece günah kirlerinden arındırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti dilinizden düşürmeyin. Allah bütün incelikleri ve gizlilikleri bilir, her şeyden haberdardır.” (Ahzab, 28-34)

Görüldüğü üzere “Ehl-i Beyt” kavramı sondan bir önceki ayette geçmektedir. Ancak biz sadece kavramın geçtiği ayeti vermekle yetinmedik. Ayetin ve ayette yer alan kavramın net olarak anlaşılması için içinde yer aldığı bağlamı da zikrettik. Zira Kur’ânî bağlam, birçok kavramın doğru anlaşılmasında hayati önem arz etmektedir.  Kur’an ayetleri önce ve sonrasından bağımsız ele alındığında alakasız sonuçlara ulaşmak kaçınılmaz olmaktadır. Bu ilkeler ışığında bakıldığında ayette geçen Ehl-i Beytten maksadın, Hz. Peygamberin eşleri manasında olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Zira Ehli Beyt ifadesinin yer aldığı ayetten önceki ve sonraki ifadeler Peygamber eşleriyle ilgilidir. Aradaki ifadenin Peygamber eşlerinden başkasına ait olması, ayetlerdeki akışı kesip uyumsuz bir anlatım ortaya çıkarmaktadır. Fakat ifadeyi Peygamber eşlerine hamlettiğimiz takdirde ayetin öncesi ve sonrasıyla uyumlu bir tablo oluşmaktadır. 

Benzer bir ifadeye Hz. İbrahim’in zevcesiyle melekler arasında geçen diyalogda rastlamaktayız:

“Elçilerimiz İbrâhim’e müjdeyi getirip selâm vermişlerdi. O da ‘selâm’ dedi, çok geçmeden (konuklarına) kızartılmış bir buzağı getirdi. Ona el uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. ‘Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik’ dediler. Ayakta bekleyen karısı rahatlayıp güldü, hemen ona İshak’ı, İshak’ın ardından da Ya’kûb’u müjdeledik. ‘Aman yâ rabbi ben bir yaşlı kadın, şu da ihtiyar kocam; bu halde ben çocuk mu doğuracağım? Doğrusu bu şaşılacak bir şey!’ dedi. Elçiler de: ‘Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinizdedir, ey ev halkı (Ehle’l-beyt)! Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir’ dediler.” (Hud, 69-73)

Ayetlerin akışından (sibâk-siyâk) ve özellikle ayetlerde kullanılan bazı kiplerden (e-ta’cebîne) anlaşıldığı üzere burada da ehl-i beytle kastedilen Hz. İbrahim’in zevcesidir.

Hz. Mûsâ’nın (aleyhisselam) Firavn’un katliamından mucizevî bir şekilde kurtuluşunu anlatan ayetlerde de Ehl-i Beyt kelimesi kullanılmıştır. Hz. Mûsâ’nın annesi ilahî bir ilhamla Mûsâ’yı bir sandukaya bırakıp Nil’e koymuş, kızına onu uzaktan takip etmesini söylemişti. Musa’yı takip eden ablası Firavun ailesine, bebeğe bakması için annesini tavsiye eder:

“Mûsâ’nın annesinin yüreği ise yalnızca çocuğuyla meşguldü. Eğer, inanıp güvenen biri olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık neredeyse işi meydana çıkaracaktı. Mûsâ’nın ablasına, “Onu izle” dedi. O da ötekiler farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi. Biz önceden onun, başka sütanneleri kabul etmesini engellemiştik. Bunun üzerine ablası, “Sizin adınıza onun bakımını üstlenecek, üzerine titreyecek bir ev ehli (ehl-i beyt) bulayım mı?” dedi. Böylelikle biz annesinin gönlü rahatlasın, gam çekmesin ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin diye onu annesine geri verdik; fakat oradakilerin çoğu bunu bilmiyorlardı.” (Kasas, 10-13)

12. ayette geçen “ev ehli/ehl-i beyt”ten kastın Mûsâ’nın annesi olduğu anlaşılmaktadır. Ayette geçen “bakımını üstlenmek” ve “üzerine titremek” gibi nitelikler annelere mahsus niteliklerdir. Mûsâ’nın ablasının “bakımını üstlenmek” ile nafaka teminini kastettiğini düşünmek abes kaçar. Çünkü Firavun ve hanımının aradığı şey nafaka temini değil, süt emzirecek bir sütanneydi. Dolayısıyla Mûsâ’nın ablasının onlara önerdiği “ehl-i beyt” de bir sütanne olmalıydı. Hemen sonrasındaki ayette “onu annesine geri verdik” ifadesi de bir önceki ayette geçen “eh-i beyt”le kastedilenin “evin kadını/kadınları” olduğunu teyid eden başka bir husustur.

Yukarıda zikrettiğimiz üç grup ayetin üçünde de “ehl-i beyt” tabirinin “evin kadını/kadınları” için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda “Peygamber’in Ehl-i Beyti” tabiriyle Peygamber zevcelerinin kastedildiği hususu açıkça ortaya çıkmaktadır.” (Dr. Metin Yiğit Dicle ünv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi) Subhaneke... Bi-hamdike... Esteğfiruke...