Hep medeniyetin ne olduğunu konuşuyoruz ama biraz da ne olmadığını özellikle medeniyet iddiasındaki bugünün batısının hali ile konuşmak da gerekiyor.
Sanayi devrimleri ile başlayan ve teknolojik atılımlarla zirvesini bulan batının, vardığı noktanın ne olduğunu anlamanın en güzel yolu, geçtiği yerlere bıraktığı izleri takip etmekle mümkün.
Uzun yıllar önce, ilk kez yolumuz Sırbistan’dan geçerken fark ettiğim ilginç bir vakıa vardı. Yol kenarlarında insanların faydalanması için çeşmeler yapılmış ve tabi çağın getirdiği eklemelerle bir nevi dinlenme tesisine dönüştürülmüş ortamlar oluşmuştu. İşin bizi ilgilendiren yanı ise, bu mekanların yoldaki tabelalarda “çeşme” olarak isimlendirilmeye devam etmesi idi.
Sırpların bizden pek hazzetmediğini, Osmanlı düşmanlığını, Çetniklerin Müslümanlara uyguladıkları soykırımı herkes bilir. Ancak onlar bile bizim medeniyetimizden bir izi hala bağırlarında taşıyorlardı.
Endülüs ve Anadolu başta olmak üzere, Balkanlar gibi özel coğrafyalarda, yüzyıllar süren islam hakimiyeti sonrasında, yakılacak ilk isyan ateşi ile, yeter miktarda ulusçuluk yapacak milletin bulunması, kültür ve adetleri hala canlı olarak yaşayan halkların varlığı, bizim geride bıraktığımızın medeniyet olduğunun en net işaretlerinden sayılmalıdır.
Benzer bir örneği batı için de bulabiliriz. Belki onların da ezip geçtikleri ve sömürdükleri topraklarda iyi bir hatıra bıraktıkları olmuştur. Ancak ne yazık ki, batının geçip gittiği ya da yurt edindiği yerlerdeki halkları soykırıma tabi tutması sıradan bir tarihi gelişme olarak okunup geçiliyor.
Haberleri takip edenler mutlaka duymuşlardır; Kanada Katolik kiliselerinin bahçelerinden her geçen gün sayıları yüzlerle binlerle ifade edilen çocuk cesedi kalıntısının bulunması gibi bir trajedinin gün yüzüne çıkışı yaşanıyor.
Katolik dünyası utancından başını kuma gömmüyor tabii ki!
Batılı işgalcilerin, istedikleri kıvamda insan yetiştirmek maksadıyla kurdukları ve aslında bir nevi işkence ve asimilasyon merkezleri olan kilise okullarının, hastalık ya da kötü muameleler sonucu hayatlarını kaybeden, aralarında 3 yaşında bebeklerinde bulunduğu, sayısı belirsiz çocuğun ölümlerinin ailelerinden gizlendiği, haklarında hiçbir bilgi ve rapor tutulmadığı ve değersiz bir canlının kalıntısı gibi, kilisenin müsait bir köşesine gömüldüğü korkunç bir gerçek olarak gündemde!
Hepimiz renkli çoraplı başbakanın ülkesinde, kilise bahçelerinde çıkan çocuk cesetlerinden bahsediyoruz ama dönemin batılı sömürgecilerinin menşeini ve halen o başbakanın da üstünde bir İngiliz valisi olduğunu ve bunun bir anlamının olması gerektiğini göz ardı ediyoruz.
Batılı sömürgecilerin, sadece Amerika kıtasında, kendi istedikleri insan formatını elde etmek için kaç milyon cana kıydıklarını ve bunun halen dünyanın pek çok yerinde bilfiil devam eden bir süreç olduğunu ve fakat ceset kalıntılarının bile bulunamadığı coğrafyaların nereler olduğunu çok iyi biliyoruz.
Batının bu yüz kızartıcı tarihi ve yüzüne bakılmayacak bugünkü sömürgeci hali ile yüzleşme ihtimalinin olmadığını, dünyanın geri kalanının da bu gerçekle ne kadar çabuk yüzleşirse o kadar hayrına olacağını, ayrıca bunun basit bir batı karşıtlığı olmadığını söylemek gerekiyor.
Bu anlamda batı medeniyet değil bir zenginlik kurmuş ve bunu da hem yurt edinmek istediği toprakların halklarının kanları ve canları üzerine, hem de sömürdükleri ülkelerin varlıkları üzerine inşa etmiştir.
İnsanların, insan olmaları sebebiyle elde ettikleri en doğal hakları olan; can, mal, nesil, akıl ve din güvenliklerini hiçe sayan bu gayri insani gelişmenin adına medeniyet demek, en hafifinden kelimeye hakaret sayılmalıdır.
Güç ve zenginliğin medeniyet olmadığını, kaba saba ve haksızlıkla zengin olan bir adamın lüks araçlarla gezmesinin, lüks evlerde yaşamasının onu medenileştirmediğini en çok dillendiren günümüzün batıcı ve batılı beyazlarının, söz konusu batının kendisi olunca kriterlerinin bir anda yer ile yeksan olması, onların ezik tenakuzlarının eseridir.
Bir kez daha, unutulmaması gereken hakikati dillendirelim, belki bir kişi daha duyar!
İslam, kendine dinin hedefleri/maksatları olarak beş başlığı tayin etmiş ve bunların varlığını ve korunmasını garanti altına almaya medeniyet demiştir. Bunlar; can, mal, nesil, akıl ve din emniyetinin sağlanmasıdır. Bunlar varsa medeniyetten söz etmek için bir başlık açılabilir.
Aksi halde elimizde kalan batının “medeniyet dediği vahşi canavar” olacaktır!