Yüce Rabbimiz, insanları farklı ırklar, kabileler, boylar hâlinde yaratmış, böylece onların birbirleriyle tanışarak iletişim kurmalarını, barış ortamında hayat sürmelerini istemiş ve insanların barış içerisinde yaşayabilecek kabiliyette olduklarına işaret etmiştir.
“Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.” İnsanlık tarihinde ilk defa ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Âdem'in oğlu Kâbil, tabiatında var olan kötülük duygusuna mağlup olmuş, böylece yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, kan döken ilk insan olma bahtsızlığını yaşamıştır. Tarihin çeşitli dönemlerinde Yüce Yaratıcı, insanları uyarmak, insan onur ve haysiyetine yakışır bir hayatı insanlığa sunmak için elçiler ve kitaplar göndermiştir. Bu risâlet zincirinin son halkasını ise Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa ile taçlandırmıştır. Ona vahyettiği Kur'an'da,
“Ey iman edenler! Topluca barışa girin” buyurarak tüm inananları topluca barış içerisinde yaşamaya çağırmıştır. Sevgili Peygamberimiz nebevî öğretilerini; barış, huzur, hoşgörü, karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde inşa etmiş, ashâbına, inananlara ve tüm insanlığa’ “Düşmanla karşılaşmayı dilemeyin. Allah’tan afiyet isteyin.” Buyurmuştur.
Bu şekilde, asla savaşı arzu etmemeyi, daima barıştan yana tavır takınmayı tavsiye eden Peygamber efendimiz, diğer din mensuplarını İslâm'a davet edip onlara İslâm'a davet mektupları gönderirken de barışa vurgu yapmış, İslâm'ı kabul ettikleri takdirde barış ve huzura ereceklerini özellikle ifade etmiştir.
İslâm, fertler gibi milletlerin de birbirleriyle iyi geçinmelerini, barış ve huzur içinde yaşamalarını ister. İnananlara barış içerisinde bir hayatı hedef olarak gösteren İslâm, barış içinde yaşamak ve bütün insanlığın hayrına olacak faaliyetlerde işbirliği yapmak için insanların aynı inanca sahip olmalarını da şart koşmaz. Önemli olan karşılıklı olarak barışa taraf olunması, insanların hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesi, dinlerine ve yurtlarına tecavüz edilmemesidir. Bundan dolayı Müslümanlar, bir dine inansın ya da inanmasın bütün insanlarla iyilik ve adalet temelli ilişkiler kurabilir ve işbirliği yapabilirler.
Sevgili Peygamberimiz Müslümanlara sığınan veya İslâm toplumu içerisinde yaşayan diğer din ve inanç mensuplarının yani zimmîlerin din hürriyetini, can ve mal emniyetini de güvence altına almıştır.
Farklı din ve inanç gruplarının barış ve huzur ortamında yaşam sürmesini hedefleyen dinimiz, Müslümanlar arasındaki ilişkilerin ise, din kardeşliği çerçevesinde şekillenmesini istemektedir. Bundan dolayı Allah Resûlü Medine'ye hicret eder etmez ilk iş olarak ensarla muhacirleri kardeş ilân etmiştir.
Bütün bu anlatılanlar göstermektedir ki İslâm'a göre, fertler arası ilişkilerde olduğu gibi devletlerarası ilişkilerde de genel prensip ve kaide barışın sağlanması ve huzurun korunmasıdır. Hedef, bütün insanlığın din, dil, ırk, millet ve devlet ayrımı gözetmeksizin barış içerisinde yaşamasıdır. İnsanlık günümüzde İslâm'ın barış, merhamet, sevgi ve hoşgörü anlayışına en az geçmişteki kadar muhtaçtır. Geçmişte insanlık yüzyıl savaşlarına, dünya savaşlarına şahit olmuş, bu savaşlarda yüz binlerce masum insan hayatını kaybetmiştir.
Zulme, zorbalığa, haydutluğa hep beraber karşı durulmalıdır. Gelecek nesillerin kan ve gözyaşıyla yetişmeleri istenmiyorsa insanoğlu barış ve karşılıklı saygı anlayışını inşa etmek zorundadır.
Rabbim bizleri de her zaman barış olan bir hayatı yaşamayı nasip etsin. Barış ve imanlı bir şekilde savaşsız bir hayat yaşamayı nasip eylesin inşallah.