Hayat su gibi akıp gidiyor, geriye kimin hangi noktada ve nasıl durduğu kalıyor. Bir de akan suya göre hareket etmeyen, şekli bozulmayan sapasağlam duruşlar, bir bakıma akışa direnişler kalıyor.
Gündeminde din olanlarla bu dine duyduğu kini din edinenler arasında yaşanan tartışmalar artık memleketimizin rutini haline geldi. Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar din düşmanı ile birlikte yaşıyoruz. Aynı şekilde cehalet ve aymazlığın da en yoğun rastlandığı bir devirdeyiz.
İslam’a düşmanlarının verdiği zarardan çok, kendini bu dinin temsilcisi ilan eden ve etrafına da bir kalabalık toplayan, ancak nefsinin davasını vermekle ve peşinden gidenleri de dava diye şahsını savunmakla vazifelendiren birilerinin yaptıklarının ceremesini çekiyoruz.
Ülkemizin son yüz yılında İslam’ın fiilen sosyal hayata hakim olmadığını mü’min-kafir hepimiz biliyoruz. Buna rağmen ortaya dökülen her pislikte bir şekilde İslam’ı ve Müslümanları suçlu ilan etmek ve genelleme ya da toptancılık yaparak her şeye ve herkese saldırmak için pusuda bekleyen bir güruhun varlığı da maalesef bizim gerçeğimiz.
Bugünlerde hemen herkesin dilinde dolaşan örnekte olduğu gibi, çoğu zaman doğru bilgiye ulaşma şansımız olmuyor. Sosyal medyadan okuduklarımızla bir kanaat tesis etmek ve bunu iddia ederek savunmak büyük bir yanlışa dönüşüyor.
Bunun yerine ilk etapta, temkini elden bırakmadan, bahsedilen işin iğrençliğini göz özüne alarak, normal bir Müslümanın ve babanın asla böyle bir şeye izin vermeyeceği hüsnü zannı ile, inşallah olmamıştır demek gerekir.
İslam düşmanlarının ellerindeki her veriyi dinimiz aleyhinde kullanma alışkanlıkları ve teyit etmeye ya da mahkemeye yansımış bir hadisenin sonucunu görmeye bile ihtiyaçları olmadan, bizi de onlar gibi düşünmeye ve konuşmaya zorlamalarına boyun eğemeyiz.
Dost ve düşman herkes çok iyi bilir ki; İslam kız çocuklarının hukukunu korumakta ve onlara muamelede dünyanın gördüğü en güzel yaklaşımı emreder ve uygulatır. Detaylandırmaya ihtiyaç bile olmayan bu gerçeği görmezden gelmek için muannit bir kafir olmak gerekir.
Bir diğer açıdan ise; İslami yapıların kendi içlerinde gerek fıkhi gerekse siyasi yönlendirmelerde birçok yanlışların olduğu da bildiğimiz ve yaşadığımız bir gerçektir. Bunun çözümü için farklı alanlarda teklifler ve çalışmalar yapılmakta ise de; ülkemizin devlet gücü ile alimler arasındaki denge kurulamadığından olsa gerek, henüz net bir ilerleme kaydedilememiştir.
Uzun yıllar kendine özgü bir laiklik anlayışının uygulandığı memleketimizde, gelinen noktada artık kendine özgü bir başka çözümü aramanın vakti geldi de, geçiyor bile. Bazı Avrupa ülkelerinde fiilen uygulanan hukuk seçme hakkının bizde olmaması bir eksiklik olarak karşımızda duruyor.
Bunlardan daha da öte; bir konuda dinin kendisine izin verdiğine inanarak, dinen ve meri hukuka göre suç işleyen birinin, İslam şeriatı ile yargılanmayıp, yürürlükteki yasalarla cezalandırılması, adaletin tesis edilmesi noktasında ciddi bir soru işaretidir.
Bu karmaşa menfaatine uygun konularda dine, diğer anlaşmazlıklarda ise yürürlükteki kanunlara müracaat etmek gibi bir iki yüzlülüğü de beraberinde getiriyor. Örneğin; konu miras ve hak sahibi erkek ise hemen şeriata koşmak isterken, konu zina ve bunu yapan erkek ise mevcut mahkemelerde yargılanmayı isteyebiliyor.
Bu tartışmaların daha çok devam edeceği ve hızlı bir çözümünün olmadığını da ekleyerek konumuza dönelim.
Neticede ne yaparsa yapsın, ne işle meşgul olursa olsun her Müslüman İslam’ın temsilcisi ve davetçisidir. Biz kendimizi öyle görmesek de bu böyledir, böyle görülüyor.
Etrafta birimizin hatasını alıp hepimizi infaz etmek isteyen kindar ve gafil bir güruh var. Maalesef.
Hele İslam’ın kisvesine bürünüp ortaya çıkanların, attıkları her adımın ve söyledikleri her sözün sonunda bu dine ve onuruna gelecek her bir zerre zararın hesabını yapmaları ve gerektiğinde ettiklerinin ceremesinin burunlarından fitil fitil getirilmesi şart.
Beraet-i zimmet esastır, iddia eden ispatla yükümlüdür. Bir iddia ispat edilmeden kimse suçlu ya da yalancı ilan edilemez. Aksi ispat edilene kadar ortaya atana yalancı, iddia doğrulanana kadar da muhatabına suçlu demek; iftiradır.
İslam’a ve Müslümanlara kininden her yere balıklama dalanlara diyecek sözümüz ancak hidayet duası olur. Müslüman olduğu halde her duyduğuna inananlara feraset ve izan için dua etmek vazifemiz.
Allah(cc) akıl, fikir, izan ve idrak versin. O(cc) vermezse insan kör, sağır ve hissiz kalır…
Sabırla bekleyelim. Mahkemelerde bu konunun titizlikle inceleneceği ve varsa bir suç ortaya çıkacağı belli oldu. Zira konu hem devletin en üst mercilerine hem de kamuoyuna mal olduğundan, geçiştirilecek bir yanı kalmadı.
Eğer birilerinin dediği gibi; gerçekten bir çocuğun istismarı söz konusu ise, hep birlikte buna sebep olan, yol açan ve uygulayan herkesin hak ettikleri cezayı almaları için elimizden geleni yapalım, dilimizden geleni söyleyelim. Hatta bu kişiler İslam hukukunu kendi çirkefliklerine bahane etti iseler, bu hukukla yargılanmalarını isteyelim. Cezalarını bir alimler heyeti versin ve gerekirse özel bir izinle idam edilsinler.
Yok eğer olay düzmece çıkarsa, birtakım mahfillerin oyunu olduğu ve abartılarak İslam’a ve Müslümanlara saldırı malzemesi edildiği anlaşılırsa, hamd edelim, şükredelim ki, böyle bir melanet işlenmemiş ve ne dinimize ne de bize bir leke sürülememiş olsun.
Tek yapmamız gereken, oturduğumuz yerde ve duyduklarımızla mahkeme kurup karar vermemek ve kimseyi infaz etmemektir. Dilimizi tutarak vebalden kurtulmak varken, neden elimizin bulaşmadığı bir işe dilimizi bulaştırarak vebal yüklenelim ki? Biraz sabırla gerçekler anlaşılacaktır inşallah.
Şahit olduğumuz bir konuda, hakikati gizlemeden şahitliği adaletle yerine getirmek kadar, şahit olmadığımız bir konuda susmak da büyük bir erdemdir.