Hz. Osman, (ra) Resulullah'a (sav) ait olan; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den (ra) sonra kendisine intikal eden mührü, Medine'deki Arîs kuyusuna düşürdü. Onu bulacak olana büyük miktarda para vadinde bulunmuş, ancak bütün aramalara rağmen bu mühür bulunamayınca Osman (ra) büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Ondan ümidini kesince hemen bir mühür yaptırdı. Şehid edilene kadar parmağında kalan bu mührün, kimin eline geçtiği tespit edilememiştir (İbn-ül-Esir, III, 133). Bu olay hilâfetinin altıncı yılında meydana gelmiştir.
İslam fetihlerinin sürekliliği ve elde edilen ganimetlerle insanların zenginleşmeleri, refah seviyesini oldukça yükseltmişti. Bu durum, tabii olarak, Islama uygun olmayan birtakım davranış biçimlerinin de ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Resulullah'ın (sav) yanında yetişen ve bu gelişmeleri endişeyle takip eden sahabeler, bu endişelerini yer yer ortaya koymaktaydılar. Bunlardan birisi de, zühd ve takvasıyla tanınan ve maddi varlıklardan muhtaç kimselerin yeterince istifade ettirilmediğine inanan Ebu Zerr el-Gifarî (ra) idi. O, Şam’da, Muaviye'nin uygulamalarına karşı çıktığı ve düşüncelerini söylemekte ısrarlı davrandığı için Medine'ye çağırıldı. Ebu Zerr, Medine'ye geldiğinde görüşlerini Hz. Osman'a tekrarlamıştı. Bunun ardından, Halife'den izin isteyerek, Medine'ye yakın bir yer olan Rebeze'ye gidip yerleşmişti. (a.g.e., III, 115; bk. Ebu Zerr el-Gifârî Mad.)
Dersler ibretler:
- Hilafetin sadece mührü bile, çok şey ifade etmektedir. Osman (ra) hilafetinin sonlarına doğru başlayan çalkantıların, sonrasında nasıl büyük fitnelere tahvil olunduğu malumdur. Evet, elbette mesele sadece bir mühür meselesi değildir. Ama mühür hilafet mührüyse, onun gücü, bereketi ve etkisi tartışılmayacak kadar büyüktür. Nitekim Osman (ra) o mührü bulmak için çok çabalamış, ancak bulmaya muvaffak olamamıştır. Hikmeti hüda…
- İmtihan gereği dünya ve içindekiler, insana sevdirilmiştir.
Allah (cc) şöyle buyurur: “Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük insanlara çekici kılınmıştır. İşte bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Âli İmran 3/14) Resulullah (sav) ise dünyalıklarla ilgili şu uyarıyı yapar: “Altın, gümüş, kumaş ve abaya kul olanlar helâk oldular. Eğer onlara istedikleri verilirse hoşnut olur, verilmezse hoşnut olmazlar.” (Buhârî, Rikak 10. Ayrıca bk. Buhârî, Cihâd 70; İbn Mâce, Zühd 8)
- Varlıkla imtihan, bollukla imtihandan çok daha zordur.
Kur'an ve Sünnet bu tehlikeye çokça dikkat çekmiştir. Ancak buna rağmen, varlıkla imtihan olunanların çoğunlukta olduğunu, ibretle ve üzülerek görüp yaşamaya devam ediyoruz. Efendimiz (sav) bizden önceki milletlerden; Abraş, kel ve kör olan üç insanı örnek verir. Bu insanların üçü de yokluk ve zillet içindeyken, Allah (cc) onları hastalık ve kusurlarından kurtarıp bolca da mal vermiş. Varlığa kavuşunca ilk ikisinin imtihanı kaybettiklerini, hem de geçmişlerini unutturacak kadar dünyalıklara ram olduğunu ve sadece kör olanın imtihanı kazandığını anlatır. Bu hadiste üç kişiden ikisinin imtihanı kaybettiği vurgulanmaktadır. Ama günümüze baktığımızda, varlıkla imtihan edilenlerden kaybedenlerin, oran olarak çok daha fazla olduğunu üzülerek görüyoruz.
- Dünyevileşme tehlikesine karşı ikaz ve uyarının rüknü olan “Ebu Zerr”lere ne kadar da ihtiyaç var.
Özellikle maddeyi putlaştıran, parayı ilah gören batı kültürünün insanlığı kasıp kavurduğu bu çirkef asrında öylesi yiğitlere çok daha fazla ihtiyaç vardır. “Ey İnananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır“ (Münafikun 63/9) Medine’de açlık ve pahalılığın hüküm sürdüğü kuraklık yıllarından biridir. Dıhye bin Halife el-Kelbî, Müslüman olmadan önce Şam’dan yola çıkardığı bir ticaret kervanıyla Medine’ye girdi. Medine’liler âdetleri olduğu üzere kervanı tefler ve zillerle karşıladılar. Resulullah (sav) tam o esnada Mescitte Cuma hutbesi irad ediyordu. 12 erkek ve bir miktar kadın dışında tüm cemaat Peygamber’in hutbesini terk edip kervana koştu. Hz. Nebî, bu duruma çok hiddetlendi ve buyurdu ki: “Eğer mescitte kimse kalmasaydı, şu vâdiyi ateş seli kaplardı.” Diğer bir rivâyette: “Müslümanların üzerine taş yağardı.” (Buhârî, Tefsir 61; Müslim, Cum’a 11; Tirmizî, Tefsir 62) Bunu üzerine şu ayet nazil oldu: "Dünyevileşmiş müminler, bir ticaret ya da eğlence gördüklerinde dağılıp ona koşarak, seni yalnız bıraktılar. De ki: Allah katında bulunan, eğlenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cum’a, 62/11)
Bugün de insanların çoğu sınırsız büyümeye, sınırsız tüketime, tatillere, kokteyllere, spor turnuvalarına, müzik konserlerine, show programlarına vs. dalarak, dini yalnız bırakmışlardır. Yahya Bin Muaz (ra) da ebu zerce bir uyarıda şöyle der: "Ey İnsanlar! görüyorum ki; evleriniz Rum Kayseri'nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra'nın tutumuna, servet peşinde koşmanız Karun'un anlayışına, saltanatınız Firavun saltanatına, nefisleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe'nin gururuna, yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Ümmet-i Muhammed'den olanlar nerede?" Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...