Hz. Osman (ra) Mescid-i Nebi'nin genişletilmesine ihtiyaç duyarak, onu süslü taşlarla yeniden inşa etti. Taş sütunlar dikerek tavanını sac (bir cins ağaç) ile kapattı. Uzunluğunu yüz altmış, genişliğini de yüz elli zira'a çıkarttı (Siyûtî, 173). Hicri otuz yılında Said b. el-As'ın Taberistan'a sefer başlattığı görülür. Bu bölgede gazalarda bulunan Said, birçok şehri fethetti. Horasan, Tus, Serahs, Merv, Beyhak bunlardan bazılarıdır.

Dersler ibretler:

  • İslam’da “Cami merkezli hayat” esas olduğundan, ihtiyaç kadar yeni camilerin yapılması gerekir. Ama Beytullah, Mescidi nebevi ve Mescid-i Aksa’nın kudsiyetine binaen, gereğinde genişletilmeleriyle bu ihtiyaç giderilir. Çünkü ayrı yerde ayrı bir mescid inşası, aynı kudsiyeti haiz değildir. Bu sebepledir ki, mazlum ve mahzun Mescidi Aksa hariç, diğer Haremeyn mescitleri, zaman içinde birçok yenileme, ekleme ve genişletmeler yaşamışlardır.
  • Camilerin sağlamlığı için daha sağlam ve kaliteli malzemeler kullanılması evladır. Ancak aşırı süs ve nakışlar, İslam ahkamı ve cami ruhuna aykırıdır.

Camilerin kıbleden başka duvarını süslemek caiz ise de, bu parayı daha uygun hayır işlerde kullanmak daha iyidir. Kıble duvarını kıymetli şeyler ve renklerle süslemek mekruhtur. Yan duvarların fazla süslü olması da mekruhtur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “İnsanlar camilerin süsüyle övünmedikçe kıyamet kopmaz.” (İbn Mace) “Bir zaman gelir ki Kur’an’ın merasimi ve Müslümanlığın da ismi kalır. Müslüman denilen kimseler Müslümanlıktan çok uzak olur. Camileri süslü, hidayet bakımından ise viran olur.” (Deylemi)

  • Cihad ve fetihler, İslam’ın doğası gereğidir. Çünkü İslam tüm insanlığa gönderilmiş bir dindir. Dolayısıyla İslam tüm insanlığa ulaştırılması için temsil ve tebliğin yanında, gereğinde cihat da yapılır. “Fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlara karşı savaşın. Eğer vazgeçerlerse şüphesiz Allah ne yaptıklarını görmektedir.” (Enfal 8/39)
  • Kur'an'ı Kerim'in kıyamete kadar korunması, muradı ilahidir.

Tabi bu koruma, elbette meleklerin omuzda tüfekle bekçilik yapmaları şeklinde olmayacaktır. Ashabı kiramın yaptığı Kur'an'ı Kerim’i toplayıp kitap haline getirmeleri, sonra Hz. Osman (ra) döneminde yedi nüsha olarak çoğaltılarak, her bir eyalet merkezine göndermesi, daha sonraki asırlarda, milyonlarca “kurra” “hafız” ve ulemanın yaptıkları Kur'an hizmeti sayesinde olmuş ve kıyamete kadar da bu koruma devam edecektir.

  • Kur'an'ı Kerim’in toplanıp kitap haline getirilmesi, büyük bir dikkat ve titizlikle yapıldı.

Öyle ki, şu an elimizde olan Kur'an'ı Kerim nüshaları ve ilk halife Abu Bekr (ra) döneminde toplanan mushaf’ın, tıpatıp aynı olduğunda zerre kadar şüphe yoktur. Dost düşman; ilim erbabı herkes, bu konuda hem fikirdir. İlk gününden günümüze kadar ıslama ve Kur'an'a saldırı için bahane arayanların, bu konuda milim tutunacak delilleri olsa, bu fırsatı asla kaçırmazlardı. Ama bu konuda Zeyd İbn Sabit (ra) der ki:

“Yemame savaşında birçok hafız ashabın şehid olmasını müteakip, Hz. Ebu Bekir (ra) beni çağırttı. Yanına vardım. Ömer (ra) de orada idi. Ebu Bekir bana dedi ki:

'Ömer bana gelip dedi ki:

“Yemame'de Kur’an hafızlarından çok zayiat verdik. Bu gibi vakalarda hafızların ölmeleriyle Kur’an’ın birçoğunun zayi olmasından endişe ederim. Bana kalırsa, Kur’an’ın cem edilmesi için bir emir çıkarman gerekir.”

Ben de Ömer’e şöyle cevap verdim:

“Resulullah’ın yapmadığı bir işi nasıl yapabiliriz?”

Ömer:

“Vallahi bu hayırlı bir teşebbüstür." dedi.

Sonra bu iş üzerinde o kadar durdu ki, bana söyleye söyleye neticede Allah (cc) kalbime bu işi yatırdı ve ben de onun görüşünü benimsedim.”

Zeyd devamla diyor ki: “Ebu Bekir bana dönüp şöyle dedi:

“Sen genç, dinç, zeki bir adamsın ve seni kimse ittiham edemez. Kaldı ki, sen zaten Resulullah’ın da vahiy katibi idin. Dolayısıyla Kur’an metnini toplama görevini sana verdim”

Vallahi bir dağı yerinden nakletmemi isteselerdi, Kur’an’ı toplama mes’uliyeti kadar bana ağır gelmezdi. Neticede Kur’an’ı hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeye başladım.” (Buhârî, Tefsîru’l-Kur’an, 20; Tirmizî, Fedâilu’l-Kur'ân, 23)

Kaynakların ittifakla bildirdiğine göre, Hz. Ebu Bekir (ra), Zeyd’e asla hafızasına güvenmemesini, her ayet için iki delil olmak üzere, iki şahıstan yazılı nüsha aramasını emretti. Bu iş için Zeyd, (ra) Hz. Ömer’in (ra) yardımını şart koşmuş, O da ciddi bir şekilde kendisine yardım etmiştir. Zeyd bizzat kendisi iyi bir hafız olduğu halde, kendisi gibi başka hafızlarla da yetinmeyip, Hz. Ömer’in (ra) nezaretinde, her ayet hakkında mukabele görmüş, iki yazılı şahit aramak gibi son derece titiz ve ilmi bir usul takip etmiştir. Yalnız Tevbe suresinin sonundaki iki ayet hakkında, araştırmasına rağmen iki yazılı şahidi bulamamış, Ebu Huzeyme’deki yazılı nüshaya istinad etmek durumunda kalmıştır. Bu şekilde Hz. Ebu Bekir (ra) devrinde bir araya getirilen sahifelere “el- Mushaf” denilmiştir. Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...