Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan; 20/05/2024 tarihinde Türkiye'nin doğurganlık oranını işaret etti ve “Ülkemiz için varoluşsal bir tehdit” ifadelerini kullandı. Bunun açıklanan TÜİK verilerinde de görüldüğünü aktaran Erdoğan, TÜİK'in 2023 yılı doğum istatistiklerinin endişe verici olduğunu ifade etti. Erdoğan, 2001'de 2,38 olan doğurganlık hızının, 2023'te 1,51'e gerilediğine dikkati çekerek, şu ifadeleri kullandı:

"Nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1 seviyesinin altındayız. Bu, açık söylüyorum Türkiye açısından varoluşsal bir tehdittir, bir felakettir. Mevcut durum ülkemiz için tolere edilebilir olmaktan çıkmıştır. Biz bu tabloyu gördüğümüz için biliyorsunuz sürekli 3 çocuk tavsiyesinde bulunuyorduk. Tavsiyemizden dolayı pek çok kez eleştiriye uğradık. Maalesef zaman, öngörülerimizde bizi haklı çıkardı. En az 3 çocuk çağrımızın önemi bugün daha iyi anlaşılıyor. Şunu bir defa idrak etmemiz gerekiyor, nüfus, millet olarak en büyük gücümüzdür ve bunu korumak zorundayız. Önümüzdeki dönemde bu konuda daha kararlı olacağız." (https://www.yenisafak.com/gundem/4622362- 20/05/2024)

Arada bir kimi sorunları haklı olarak beka sorunu diye adlandırırız. İşte tüm bu sorunlar içerisinde asıl beka sorunu denebilecek sorun nüfusun azalmasıdır. Bundan daha da büyük olan sorunumuz, nüfusun kaynağının kuruması veya zayıflamasıdır ki, biz tam da bu en tehlikeli olanıyla iç içeyiz. İstanbul sözleşmesinden güya çekildik ama bu sözleşme vb. birçok sözleşmelerin gereği olarak yapılan nice düzenlemeler, tam da bu sorunun asıl kaynağıdır. Başta 6284 nolu yasa olmak üzere kadının genleriyle oynayan bir sürü yasa ve yönetmelik, bu sonunda tam da çıbanbaşıdır.

Hani nüfusun azalması, corona, ebola veya benzeri bir genel veba sebebiyle olursa kısa zamanda yine toparlanırız. Hiroşima, Nagazaki gibi atom bombası sebebiyle nüfusta bir kırım olur yine bir şekilde toparlanırız. Halepçe veya Guta gibi kimyasal silah sebebiyle nüfusumuzda bir çökme olur, eğer nüfusun kaynağı olan aile ayaktaysa ve annelik müessesi gereği gibi işliyorsa yine sorun değil. Orta veya uzun vadede yine toparlanırız. Ama nüfusun kaynağı zaafa uğratılmış veya çökertilmişse işte o zaman “örtün üzerimize toprağı” denecek hale gelmişiz demektir.

Sorun kaynağı nedir?

1. Evlenip yuva kurmanın zorlaşması, buna mukabil zinanın her türlüsünün “özgürlük” “çağdaşlık” adı altında serbest bırakılması. Bunun da birçok sebepleri var. Bir yanda İsraf, savurganlık, lüks-konfor ve sayısız fuzuli masraflar… Diğer yanda ailelerin karşılıklı fedakârlık yaparak evliliği rahatlatma yerine, yükü ağırlaştırıp gereksiz eşya ve uygulama istekleri…

2. Boşanmaların evlenmeleri geçecek kadar artması. Kurulan yuvaların çok basit sebeplerden dolayı yıkılması. Özellikle feminist anlayışa mahkûm olan kadınların kocalarını kendilerinin bir parçası olarak görmeleri yerine, hasım gibi görmeleri. Birçok yuva kuruluş aşamasında veya kuruluştan kısa bir zaman sonra dağılıveriyor.

3. Kadının çalışma, kariyer, zevk ve sefayı anne olmanın çok önüne alması. Başta medya ve sosyal medya olmak üzere, ilgili tüm kurumların bu konuda kadını alabildiğine teşvik etmesi. Maalesef bu konuda idari politikalar da kadını anne olmaktan her gün biraz daha uzaklaştırmaktadır. Bir yandan nüfusun azalmasını “varoluşumuz için tehdit” olarak görürken, diğer yandan kadını anne olmaktan olabildiğince uzaklaştırma çabaları garip bir ironi ve büyük bir çelişki olarak sırıtıyor.

4. Nüfus planlaması adı altında nüfusun yok olması için dışarıdan ve içeriden yapılan sinsi planlar. Bilindiği üzere bu çalışmaların bir asırdan fazla bir geçmişi vardır. Önce insanları lüks-konfor, israf ve savurganlığa müptela yaptılar. İnsanlar sade ve mütevazı hayatı unutup heva ve heveslerin zebunu oldular. Böylece masraflar üçe, beşe katlandı. Sonra da insanları fakirlikle korkutup çocukları azaltmaya teşvik ettiler.

5. LGBTİQ gibi sınırsız ahlaksızlığın yaygınlaştırılması. Bu harflerin her birisinin taşıdığı manalardaki ahlaksızlıklar, çocuk yapmama sonucunu doğurmaktadır. Çünkü çocuğun olabilmesi, bir erkek ve bir kadının beraberliğiyle mümkündür. Bunun meşru ve sağlıklı olması ise iffet ve hayâ üzere nikâhlanıp yuva kurmakla olur.

6. Sezaryenle doğumların önlenme ve kısıtlanması yerine adeta teşvik edilmesi. Çünkü ilk doğumu ameliyatla olan kadın ancak üç doğum yapabilecektir. Böylece üçten fazlası engellenmiş olacaktır.

7. Yeni doğan çeteleri ve aile içi şiddet sebebiyle öldürülüp yiten çocuklar da az bir kayıp değil. Bu maddelere nicelerini eklemek mümkündür. Ancak yazıyı çok uzatmış oluruz. Subhaneke... Bi-hamdike... Esteğfiruke... Muhammed Özkılınç