Abdülkadir-i Geylâni Hazretlerine hizmet edenlerden biri, huzûr?u seniyyelerine çıkarak:

“Efendim, Cenâb-ı Hak Zat'ınıza kudretinin tasarrufunu bahşetmiştir. Onun için istediğiniz kimselere ufak bir nazarı âlinizle birçok rütbeler verebiliyorsunuz. Size epey hizmet ettim, bana hâla bir şey ihsân etmediniz, niyâz ediyorum” der.

Koca Gavs:

“Pekalâ, bugün bana bir helva pişir de, bakalım Kudret neler ihsân eder, senin de gönlün olsun” buyururlar.

Adamcağız, "Başüstüne" diye sevinerek, helvayı pişirmeye başlıyor. O esnâda da Hindistan'dan bir heyet gelerek Abdülkadir-i Geylâni Hazretlerine:

“Efendimiz, hükümdarımız öldü, bize bir hükümdar göstermenizi niyâza geldik," derler.

Bunun üzerine Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri, helva pişiren adamını çağırarak:

“Nasıl, Hind padişahlığını kabul eder misin?" diye ferman buyuruyorlar.

Adamcağız pürneşe:

“Aman efendim, ihsan buyurdunuz” diye can atarak sevinirken,

Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri:

“Yalnız, seni şu şartla oraya padişah yapıyorum: Ne kazanırsan yarı yarıya paylaşacağız, buyururlar.”

Pek tabiî olarak tâlip, bu emri minnetle kabul ediyor. Nihâyet adamcağız hakikaten söylendiği gibi Hindistan'da büyük bir saltanata, muazzam saraylara, mutantan debdebelere, güzel eşlere sahip olduğu gibi bir de erkek evlâda sahip olur. Aradan onbir sene geçiyor ve bir gün Abdülkadir-i Geylâni Hazretlerinin teşrifleri haberi çıkıyor. Hükümdar, onu karşılayarak sarayında bir kaç gün hizmetinde bulunduktan sonra Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri artık döneceklerini haber veriyorlar.

Padişah:

“Efendim, biraz daha kalıp bizleri sevindirin," diye ricada bulunuyorsa da Abdülkadir-i Geylâni Hazretlerinin muhakkak teşrif edeceklerini anlayınca:

"Efendim, bari kusurlarımızı af buyurun," diyor.

O vakit Sultan Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri, hükümdara:

"Yalnız sizinle bir sözümüz vardı. Sizi biz buraya padişah olarak gönderirken ne kazanırsanız yarı yarıya olacak, diye bir söz vermiştiniz. İşte şimdi, buraya geldikten sonra ne kazanmış iseniz hesaplaşmak istiyorum," buyuruyorlar.

Padişah bunun üzerine bütün servetini tesbit ederek yarı yarıya ayırıyor ve Hazreti Gavs'ın huzuruna arzediyor.

Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri:

"İyi amma siz bir erkek evlat da kazandınız; onu da taksim etmeniz lazımdır," buyurunca,

Padişah: "O nasıl olacak?" diye soruyor.

Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri cevaben:

"Çocuğu ikiye böleceğiz, size istediğiniz tarafı vereceğim," diye emrediyorlar.

Çocuk ortaya getiriliyor. Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri keskin kılıçlarıyla: "Destûr" deyip çocuğu tam ikiye ayıracakları esnâda, padişah belindeki mücevher işlemeli hançerini çekerek:

"Eeey sehhar herif! Senelerce bana hizmet ettirdiğin yetmiyormuş gibi şimdi de tesâdüfün bana verdiği nimeti elimden almak istiyorsun," diye tam Hazreti Gavs'ın göğsüne saplarken bir de bakıyor ki elindeki kaşık helva tenceresine saplanıyor. Ne saraydan eser var, ne saltanattan ve ne de çocuktan bir iz? Bu hal karşısında hayretler içinde kalan tâlibe, Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri tebessüm ederek:

-Oğlum karıştır helvayı? Biz cimri değiliz, veririz, amma zamanı gelmeden de olmaz?" buyuruyorlar.

Ey tâlib-i Hakîkat! Şimdi sen buna ister rüya de, ister hayâl de, hulâsa ne dersen de. Bizim diyeceğimiz ise bu hal: Zaman içinde zaman, mekan içinde mekan olmasıdır.

Makam-ı Zat'a sahip olan evliyâullaha Cenâb-ı Hak îcad ve îdam kudreti ihsân ettiğinden bu gibi şeyler oyuncak gibidir. Bu olayda zavallı tâlip, eğer ihlâs ile tam teslim olmuş olsa idi ve Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri: "Çocuğu da taksim edeceğiz," diye emrettiklerinde: "Efendim, taksime ne hâcet, ben de sizin, çocuk da sizin," diye kalbiyle teslimiyetini ve bağlılığını göstermiş olsa idi, elbette o kaşık hançer olup Hazreti Pîr'in göğsüne saplanmazdı. Hazreti Gavs hakikatte çocuğu parçalayacak değildi ya. Onlar hayat almaz, Hayat verir, Ebedî Hayat.