Tahribat yakıp yıkmak, ortadan kaldırmak demek kısaca… Tahrifat ise değiştirmek, olduğundan farklı bir çevirmek içini boşaltıp dolu gibi görünümü devam ettirmektir. Ama sonuçta bu her iki istilahta yıkım, imha ve yok etmeyi hedefler sonuçta. Belki biri / tahribat, açık ve görünür halde, diğeri / tahrifat ise sinsi, sessiz ve derindendir. Ama kesinlikle ikincisi çok daha ölümcül ve çok daha tehlikelidir.
Tahribat sıcak savaşın her türlüsüyle, ambargolarla, biyolojik, kimyasal ve nükleer silahlarla… İşgal sömürü talanlarla… Başımıza bela ettikleri bizden görünen ama aslında batılıların kadrolu askeri konumundaki idarecilerle… Dışarıdan ve içeriden; PKK, PYD, DHKPC, FETO, Ergenekon, gladyo, DEAŞ, IŞİD, ya da başka isimler altındaki örgütlerle ve daha birçok yol, metot ve düzenlerle hep devam etti ve devam etmektedir.
Bu vb. ıstılahları en iyi biz ümmeti Muhammed biliriz. Zira bir asra yakındır, bu kalleş ve zalim vekâlet savaşlarının arasında ezim ezim ezilmekteyiz. Öyle ki ümmet olarak bizim yaşadıklarımızın binde birine, bunu bize yaşatan zalimler tahammül edemezlerdi. İslam diyarına şöyle kuş bakışı bir bakın. Bomba ve barut kokmayan, bombardıman dumanları yükselmeyen, annelerin feryatlarının çocukların çığlıklarına karışmadığı ve bu seslerin tank homurtuları, bombardıman gürültüleri tarafından bastırılmadığı kaç köşe var… İnsanların; din, mal, can, vatan ve namus emniyeti içinde korku ve endişeye kapılmadan rahat bir şekilde uyuyabildiği kaç diyar var…
Tahrifata gelince, kültür emperyalizminin her versiyonu bunun içindedir. Ama özellikle bizim mahalleden devşirdikleri, dinlerini dinara satan Bela’m misali kimi din cambazları, şimdilerde başroldedir. Kimisi kedicikleriyle, kimi “ılımlı İslam” “Kur'an İslam’ı” “sünnet düşmanlığı” “sahabe düşmanlığı” “Şia hayranlığı” vb. nice planlar… Düşünün ki mülhitlerin, böylesi sinsi planlarının ortaya çıkması, kırk elli yıl sürüyor. Hatta bazen hiç deşifre bile olmuyor. O zamana kadar da atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş oluyor. Dolayısıyla çok dikkatli olmak gerekiyor.
Bunlar, hiçbir dönemde şimdiki kadar revaçta olmadılar. Geçmişte bu hainlerin manevra alanları şimdiki kadar rahat değildi. Dolaysıyla daha az bir tahribat ve tahrifatla tarihin çöplüğüne gömülüp gidiyorlardı. Ancak şimdi teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Bu Truva atların ağa babaları, birinci kuvvet medyanın da patronları aynı zamanda… Şimdilerde yüzlerce TV kanalı ve binlerce internet kanalından onlarca dilde tahrifatlar yapılıyor. İletişim ve ulaşımdaki bu avantajlar güç dengelerini bire bin denebilecek kadar, İslam düşmanlarının lehine çeviriyor. Bu durum size kıtalar arası füzeler, uçak, tank ve toplarla saldıran ordulara karşı, sopalarla ve sapan taşlarıyla savunma yapmak gibi bir şey…
Tahrifat savaşının sancağına uzun yıllar paralel imam ve onun uyduları konumundaki, akademisyen ve hoca kılıklı din cambazları yaptılar. Bir zamanlar fırtına gibi esen “dinler arası diyalog” “dinler bahçesi” “Abant buluşmaları” “Türkçe olimpiyatları” vb. binlerce seminer, konferans, okul, dershane ve tüm bu çalışmaların küresel boyutlarını düşünün… O dönemde ABD de asıl Kuran’a paralel çakma bir kuranın dahi hazırlandığı, on iki cilt olarak düşünülen “Furkanul Hak” kitabının ilk cildinin piyasaya sürüldüğü de basına yansımıştı. Şükür ki kırk yıl sonra da olsa Allah cc yardım etti ve bu ihanet çetesi deşifre oldu.
Şimdi yedek kuvvetler tüm güçleriyle devreye sokuluyor. İslam diyarında tahribat hedefli sıcak savaşa paralel olarak savaşın soğuk versiyonu olan tahrifat da tüm hızıyla devam ediyor. Sadece bu sinsi, sessiz ve derinden olduğu için pek farkına varılmıyor. Hâlbuki tahrifatın zararı, tahribatınkiyle kıyas dahi edilemez. Zira tahribat, fani olan dünyamızı, tahrifat ise ebedi olan ahiretimizi tehdit etmektedir. Dünyalık zararlar ne kadar büyük ve çok olursa olsun, telafisi vardır. Ama imanımıza, ebedi olan ahiretimize yönelik olanın telafisi dahi yoktur. Özellikle İslam’ın ikinci temel esası olan sünneti hedef alan bu truvalara derin uyarı taşıyan şu nakille bitirelim. Ama konuya devam etmek gerekecek…
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın. Neden de sizi yasakladıysa ondan sakının” (Haşr, 59/7)
İmam Şâfiî de şöyle der: Allah Teâlâ, Kur’ân’ında şöyle buyuruyor: “(Ey müminler!) Peygamber’i, kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın. İçinizden birini siper ederek sıvışıp gidenleri, muhakkak Allah bilmektedir. Bu sebeple onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr, 24/63) Beyhâkî, Süfyân’dan; “Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden... Sakınsınlar.” ayetinde geçen beladan muradın “Allah’ın kalplerini mühürlemesi” olduğunu nakleder. Selam… Dua…