Allah (cc) eşrefi mahlûkat olarak yarattığı insanı elbette başıboş bırakmamıştır. “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyame 75/36) “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan 76/3) adili mutlak olan Allah (cc) tüm mülkünde, kudretinin yüceliğini ve sanatının inceliğini izhar ettiği gibi, eşrefi mahlûkat olan insanda bu çok daha belirgindir.
İşte bu sünnetullah gereği Allah (cc) ilk insanı aynı zamanda ilk peygamber olarak görevlendirmiş. Daha sonra peygamberler zinciri aralıksız devam etmiş. Ta ki bu altın silsilenin son halkası Resulullah(sav) a kadar… Yüz yirmi dört bir Peygamber gelip geçmiş. Bu peygamberlerden hiç biri kendi zamanının askeri idaresi veya üst düzey bürokratlarla anlaşma yaparak, tepeden inme darbeyle gelmemiştir.
Tam tersine her birisi iğneyle kuyu kazar gibi, dini motifleri ilmek ilmek yüreklere işlemiş, önce yürekleri fethetmiştir. Ondan sonra iman edip tevhidi kuşanan halklar, kendi idareleri oluşturmak suretiyle, doğal olarak dönüşmüşlerdir.
Tepeden inme ve zoraki bir dayatmayla insanları bir fikir ve inanca icbar ederseniz, doğal olarak onların çoğunluğunu münafıklaştırmış olursunuz. Zira insanlar sizin dayattığınız fikir veya inanca gönüllü olarak kabullenmedikleri halde sadece can korkusuyla inanmış gibi görüneceklerdir. Tabi ellerine ilk fırsat geçtiğinde de hemen isyan edip eski hallerine dönme çabasında olacaklardır. Bunun için içeriden veya dışarıdan kendileriyle işbirliği yapabilecek her renkten oluşumlarla gizli aşikâr sinsi planları da ihmal etmeyeceklerdir.
Yani kısacası tepeden inmeci, dayatmacı ve zoraki teslim alma metodu İslam’ın ruhuna aykırıdır. Bu sebepledir ki tüm peygamberler; vahyi ilahinin de gereği olarak davet, eğitim ve terbiyeyi asıl esas olarak almışlardı. Bunun için her türlü bedeli ödemiş, her zorluğa katlanmışlardır. Öyle ki davası uğrunda memleketinden sürülmeyen bir Peygamber dahi yoktur.
Şehit İmam Hasan el-Benna (rh.a) neredeyse 89-90 yıl önceden çok mükemmel bir tespit yapmış. Müslüman fert, Müslüman aile, Müslüman toplumu oluşturma projesi. İmam çalışma metodunu bu esas üzere kurmuştur ki, bu aynı zamanda gelmiş geçmiş tüm Peygamberlerin ve onların yolundan giden tüm davetçilerin de takip ettikleri yoldur. Bu aynı zamanda doğal ve toplumsal dönüşümün de ta kendisidir.
Bir toplum; kafası ve kalbiyle düzelip iyileşmediği ve iyiliğin taraftarı olmadıkça, sizin zorlamanız sonucu, değişmiş gibi görünmesi, asla çare değildir. Allah (cc) şöyle buyurur: “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” (Ra’d 13/11) Bu ayet iki yönlü anlaşılmaya müsaittir. Yani bir toplum kendisini iyiye doğru değiştirirse, Allah (cc) onların gidişatını iyiye doğru değiştirir. Tam tersine kendi kendini kötüye doğru değiştirirse, o zaman Allah (cc) onların gidişatını da kötüye doğru değiştirir.
Malumdur ki toplum ailelerden, ailelerde fertlerden meydana gelir. Fertlerin değişimi, ailelerin, ailelerin değişimi de toplumların değişimi demektir. Tabi bu üç aşama, aynı anda birbirine paralel devam edecektir. Bir taraftan kâmil manada Müslüman fertler oluşturulmaya çalışılırken aynı anda Müslüman ailelerde inşa edilecektir. Bu aileler doğal olarak kâmil manada bir Müslüman toplumun sonucunu doğuracaktır.
Hesap belli bir toplum % 50 iyileşmişse, % 50 iyi idareciler tarafından yönetilecektir. Bu iyileşme oranı yükseldikçe, idarecilerin iyileşme oranı da yükselecek, düştükçe de düşecektir. Çünkü idareciler gökten inmeyecek yerden de bitmeyeceklerdir. Toplumun kendisinden çıkacaklardır. Nitekim efendimiz (sav) bu gerçeği sarahaten ifade etmiştir. “Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz.” (Deylemî, Müsned, 3/305.)
Tabi bu değişim sihirli bir değnekle olmayacaktır. Ve bunun sadece resmi kurumlar ve siyasi çalışmalarla olması da mümkün değildir. Çünkü insan eğitiminde gönüllülük esastır ve resmi kurumlarda bu gönüllüğü yakalamak maalesef kolay değildir. Çünkü maaş, para, makam vs. girdiği yeri ciddi manada bozmaktadır. Acil bir manevi kalkınma hamlesine ihtiyaç vardır. Duble yollar, teknolojik hamleler, sağlık, ekonomik ve askeri güç önemli ama aynı oranda gönül köprüleri ve kalplere varan yollar da inşa etmek zorundayız. Bu konuda yine tüm eğitim ve irşat camiaları; üniversiteler, milli eğitim, medreseler, diyanet, tarikatlar, cemiyet ve cemaatlere büyük görev düşmektedir.
Hiç kimse, “ben seçim zamanı oyumu doğru kullandım, o halde şimdi iş siyasilerindir” diyerek köşeye çekilemez. Doğru ve hem maddi hem manevi bir kalkınma hamlesiyle, bir asırdır oluşan boşluğu dolduramazsak, neticeye varamayız. Aksi halde, parlamentonun tamamını alsanız da eğer toplumu hakka ve hakikate doğru yönlendirmemiş, toplumsal açıdan dönüştürmemişseniz, başarılı olamazsınız. Allah (cc) yar ve yardımcımız olsun. Selam… Dua…