“Biz olmayı başarıyorsak bunun sebebi yalnızca başkalarının bizi başkalaştırmak için giriştikleri faaliyetleri kökten ve kalben reddetmemizdir.” diyordu Frantz Fanon.
***
Sobasına odun atmadan önce odunu iki kere kovanın kenarına vuran teyzeye bunu niçin yaptığını sorduklarında teyze şu cevabı veriyordu: “Böcek felan varsa, düşssün de yanmasın diye oğlum.”
***
Bunlar burada şöyle bir dursun ve evvela şunu bir hatırlayalım;
Sakarya’da, bir mülteci kadının cenazesiydi. Adı Emani er-Rahmun’du. Kucağında bir bebeği vardı ve ikincisine de hamileydi. Doğuma çok az kalmıştı. Kocasıyla aynı yerde çalışan gözü dönmüş sözüm ona iki Türk (Türk demeye bile dilm varmıyor) tarafından ormanlık bir alana kaçırılmış, hamile haliyle tecavüze uğrayıp öldürülmüştü. O gözü dönmüş sözde iki Türk, Emani’nin kundaktaki bebeğini katletmeyi de ihmal etmemişlerdi.
Bu olaydan sonra ne olacağını düşünürdünüz?
Mülteciler toplanacak, gruplaşacak ve büyük bir intikam hırsıyla karşılık vereceklerdi. Zavallı suçu günahı olmayan bir vatandaşımız hayatını kaybedecekti.
Öyle mi oldu?
Hayır! Bu olmadı.
Ya da en azından bazı taşkınlıklar yapacaklardı. Aslına bakarsanız o acıyla buna hakları da olabilirdi.
Peki bu oldu mu?
Bu da olmadı!
Ya ne oldu efendi?
Emani’nin kocası “Benim eşimi, iki gözü dönmüş katil öldürdü. Bize kapılarını açan ve ekmeğini paylaşarak yaşama fırsatı veren Türkiye’ye müteşekkirim” dedi ve sükunetle birlikteliği, aklını kullanmayı tercih etti. Ne yazık ki kanunlarımızda idam cezası olmadığı için Birol Karacal ve Cemal Bay isimli o iki sapık canavar ise, mahkeme tarafından alabilecekleri en büyük cezaya mahkum edilerek bir daha çıkmamak üzere şu anda hafishanenin birinde çürüyorlar.
Bu da, burada şöyle bir dursun ve son zamanların afgan meselesine bir girelim.
***
Daha önceki 2019 tarihli , ‘o yazıya istinaden’ başlıklı yazımı okuyanlar hatırlarlar. Okumayanlara da okumalarını öneririm.
Şunu diyorduk o yazıda!
Türkiye’de bulunan Suriyeli mülteciler herhangi bir seçme işlemine tabi tutulmadan alınmıştır. Yani, mültecilerin dini, ırkı ya da siyasi görüşü araştırılmamıştır ve herhangi bir fark gözetilmemiştir. Ülkemizin uyguladığı açık kapı politikası zamanlarında savaştan ve ölümden kaçan herkes kabul edilmiştir. Dolayısıyla mültecilerin de tamamı masum ya da seçkin insanlar değillerdir.
Mülteciler arasında gerek kendi ülkesinde gerekse Türkiye’de suç işleyen ya da suça meyilli insanlar olduğu ya da ajanlar bulunduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Ajanın işi nedir?
Toplumlar arasında; kargaşa, kaos ve olaylar çıkararak, bu olayları provake etmek ve gizli bilgileri üssüne bildirmektir. Anladık mı meseleyi? Bitmedi, devam ediyor…
Bu topraklar dünyanın tüm emperyalist ve kapitalist devletlerinin hedefindedir ve sürekli bir karışıklık ile kendi derdiyle boğuşan bir ülke haline düşmemiz en yaygın uygulamalarıdır. Suriyelilerin bu ülkede sorun olmasından en çokta Türkiye’nin dış politikalarından rahatsız olan ülkeler memnun olmaktadır.
Özellikle Suriye’yi arka bahçesine çeviren ve Rusya’nın himayesinde işgal ederek şiileştirme politikası uygulayan İran bu süreçte ülkemizin mülteci sorunları ile boğuşmasına katkı yapmak için büyük gayretler sarf etmekte ve Amerika destekli ajanları ve gönüllü İrancılar tarafından yayılan dedikodularla ve kamuoyu yönlendirme araçlarıyla büyük bir çalışma içindedir.
Doğu sınırlarımızda kasıtlı olduğu düşünülen yoğun bir Afganlı göçmen dalgası da İran’ın bırakın engellemeyi destekleriyle devam ediyor. Ancak herkes Suriyelilerle meşgul olduğu için bu vahim tablo gözlerden kaçıyor. Her yıl karlar eridiğinde İran sınırımızda bulunan göçmen cesetleri de bu insanların vicdanlarına hitap edemiyor. Sağ olarak sınırı geçebilen binlercesi geçici barınma merkezlerinde bulunuyor ve sayıları her geçen gün artıyor. Bütün bunların yanında; Suriyeliler de insandır yani kendilerine ait adetleri ve yaşam biçimleri, bize tuhaf gelebilecek alışkanlıkları olabilecektir. Milyonlarca garibanın arasından elbette binlerce sapkın ve bozuk insan çıkacaktır. Ancak farkında olmadan genelleyerek konuşarak yaydığımız ırkçılık mikrobu ölümcül bir hatalık gibidir. Yavaş yayılır ancak sonuçları korkunç olabilir. Suriyelileri değersiz ve düşman canlılar olarak lanse etmenin ne derece vahim sonuçları olabileceğini daha geçen gün intihar eden 9 yaşındaki Suriyeli Vail çocuk tekrar hatırlattı bize. Vail, öğretmenleri tarafından azarlanan, arkadaşları tarafından aşağılanan bir çocuktu, bir çok Suriyeli çocuk gibi… 9 yıllık hayatı savaştan hemen önce başlamış ve hayat namına bildiği tek şey Türkiye’de istenmeyen bir Suriyeli çocuk olmak olan Vail’in intiharı yürek dağlayıcı bir acıdır.
Kim bilir ne yaşadı da o yaşta bir çocuk hem de kimseye zahmet olmasın diye mezarlık kapısında kendini astı! Evet, unuttuğumuz gerçek; Suriyeliler de insandır ve duyguları vardır…
***
Şimdi de meramımı daha kestirmeden ve daha net anlatayım;
“İçimizdeki lanetliler” durumuna gelen aslında mülteciler, göçmenler, sığınmacılar değil; mültecileri, sığınmacıları, göçmenleri bahane ederek keyfiye öfkelerini şiddete vardıran faşist topluluğudur.
Efendiler!
Her lanet olası eylemi (Buna orman yangınları da dahil) uygulayan, şeytana pabucunu ters giydiren, geri zekalı aptal bir mülteci değildir. Bu gerzekler her toplumda varolabilirler. Yukarıdaki detaylara birazcık dikkat edersek, “Türkiye’mizde var olmaları da bir proje ve uzun vadeli bir siyasi girişimdir.” dedik. İsmail Kılıçarslan’ın da dediği gibi: Bilişsel gelişimleri ayakkabı numaralarından küçük olan bu türden az gelişmiş insanımsılar ülkemizde dolaştığı sürece canımızdan, malımızdan, çoluk-çocuğumuzdan, geleceğimizden ve dahi ciğerimiz olan ormanlarımızdan asla emin olamayız. Biz asıl bu noktaya dikkat edelim.
Edelim aksi halde bu insan müsvettelerini söz ve eylemleriyle bu hale getiren ya da gerçekte iktidar kavgası güden siyasiler çapı beş para etmez bu insanların bu eylemlerini siyasi propaganda olarak kullanarak bir nane elde edebileceklerini düşünecekler.
Durmayalım!
Bu faşist yığınını, bu kimliksizleri ve bunlardan rant sağlayacağını düşünenleri gördüğümüz her yerde yuhalayalım. Konuşturmayalım. Bu mesele ile alakalı ‘A’ demeye başladıklarında, “Kes lan” vereceğimiz en hafif cümle olmalı. Bu faşist zümreyi ve siyasi ayaklarını toplumdan ne kadar izole edebilirsek o kadar iyidir.
***
Fanon’la ve teyzeyle başladık onlarla da bitirelim: Diyor ki Fanon, “Bir savaşçının silahı, onun insanlığıdır.”
Ve sonrasında otursunlar ve ellerine vicdanlarına koyarak uzun uzun düşünsünler uzmanlarımız, “Biz böcekler yanmasın diye odunu kovaya vuran böylesine naif bir milletten; hamile kadınlara tecavüz eden, ormanları yakan, yeni doğmuş kedinin gözlerini maket bıçağı ile oyan, köpek yavrusunun ayaklarını kesen.” bir nesli nasıl meydana getirdik diye.
Vesselam,