Hayat üzerinde her türlü acı, elem insan kalbinin hakikati tam anlamıyla idrak etmesi ve ruhuna yerleştirmesi içindir. Bu yolun yolcularının temelinin kuvvetli olması içindir. Bu yolun gerçek sahiplerini tespit etmek içindir.
Eziyet, dert ve bela.. Bunları dünyada ceza mı sandınız? Zenginlik, makam ve şöhret.. Bunları dünyada ödül mü sandınız? Tabi ya.. Bir de zenginlik içinde olup hiç hastalık ve fakirliğin kendisine yaklaşmayacağını ve bütün bu olumlu şeylerin kendisinin hakettiğini söyleyenler var. Hayatta beliren herşey sebeptir. Mesele bu olumlu şeyleri kazanmak değil ki kaybedince üzülesin. Mühim olan insanın yeterli seviyeye ulaşması için bu sebepleri doğru anlamak ve kendini ona yönlendirmektir. Bu sebepler doğru anlaşılırsa kişi daha üst merhaleye çıkmaya başlar. Kişide oluşan mukavemet gizli kalmış kuvvetleri meydana çıkarır, çoğaltır, toplar ve bir noktaya yöneltir ve yeterli olgunluğa erişmiş olur. Zorluklar olmazsa insan fıtratı gereği ne işin hakiki manasını anlayabilir ne de ruhunu güçlendirir. Yani çok zayıf kalır. Nihayetinde ne olursa olsun bu sebepleri hazırlayan, insanı her noktada kalbini, ruhunu aklını doyurduğuna göre bu insanı seviyor ve daha üst merhaleye çıkmasını istiyor demektir.
Ruhun olgunlaşması insanın yanmasıyla olur. Bu başa gelen eziyetler insanı yakar kavurur. Yanan kişi bu kendisini yakan sebeplerin nereden geldiğini bilir ve sebeplerin Manasına aşık olur. Aşık zaten yanan kişi demektir. Aşk ise ateş demektir. Yanan kişi bütün bu sebepleri bilir ve yandıkça yakana hayranlığı daha çok artar. Kişi yanar vaziyette iken sürekli hareket halindedir ve ateşin etkisiyle döner durur. Yanan kişi kavrulduktan sonra sönmeye başlar ve eninde sonunda kül olur. Buradan sonra yok olur. Artık yok olanın kalbinde öyle bir mana belirmiştir ki bu mananın değeri dünyadaki bütün sebeplerin değerinden daha büyüktür. Artık herşey boş anlamsızdır. Zaten öyle değil mi?
Ne kadar anlatılırsa anlatılsın kelimelerin gücü kalbe direk tesir etmez. Zaten kelimeler başa gelinen ve hissedilen şeylerin delili olamaz. Sadece yolun meşakkatini tarif etmeye yarar. Bahsedilenin mahiyetini anlamak sadece kavrayış kabiliyeti ve okuma alışkanlığından değil, anlatılan konuya meyilli olup bunun mahiyetini yürekten hissetmekle mümkün olur. Yoksa insan sadece okudukları şeyi kelime olarak ezberde tutup anladığını sanmakla yetinir. Çok derin ve önemli konularda dahi okuduklarını kendi ruhuna geçirmeyip bir sanat gibi eğlenerek uğraşmakla yetinir. Ancak tam anlamıyla anlamasa bile ezberlenen şeyleri başkalarına aktarmakta yarar var. Belki bunu dinleyen kişi anlatandan daha fazla işin önemini fark eder ve bunları kalbine yerleştirir.
Bütün bunları tam manasıyla anlamak ancak kalp ile mümkün olur. Hayatta her zaman mantık kıyaslamalarıyla doğru sonuca ulaşmak mümkün değildir. Çünkü mantık sadece işin görünen yüzeyinde kişinin kendi algı kapasitesince yorumlayıp kendi değerleriyle yargılamasıdır. Zaten tarihte yaşanmış hadiselerde genelde böyle düşünen bir insanın yanlış sonuçlara vardığı çok kere ispat edilmiştir. Ancak maalesef yine aynı insan işin yine sadece görünen yüzeyine bakıp önceki mantığından ders aldığını sanarak farklı yanılgılara bulaşır. Bu yüzden felsefeyi sevmiyorum.
Kuvvetli delillerle ve -bu düşünce şekline katılmasam bile- makul ve muayyen mantık kaideleriyle değil de, hakaretle, hakir görmekle, tedric etmeye çalışmakla karşılaşmak beni desteklenmekten daha çok sevindiriyor. Çünkü bunu yapmaya çalışan kişi noksanlığını kendi yaptıklarıyla gözlerimin önüne seriyor. O zaman kalbime coşkulu bir sevinç ve yüzüme hafif bir tebessüm dalgalanıyor ve düşüncemin ne kadar sağlam olduğunu bir kez daha görüp ona sıkıca sarılıyorum.
İnsanoğlu farkında olsa da olmasa da yol üzerinde devam etmektedir. Hayatı anlamak için yolda görülen işaretleri toplamak gerekir. Keşke 'Kuşların Dili' olsa da konuşsa.. Simurg'un yolunda ne türlü zorluklar var? Hüdhüd'e bir sorun bakalım yolun üzerindeki ateşi..