Bugün depremin 17. Günü.

On binlerce canımız gitti.

Şehirlerimiz yerle bir oldu.

Evlerimiz barklarımız sahipsiz kaldı.

O dehşet verici günün üzerinden 16 gün geçmişken, dün de 6.4 şiddetinde bir deprem ile daha sarsıldık.

Ve o artçı depremler bizi sarsmaya devam ediyor.

Ben bu depremin ahlaki çürümüşlüğümüzü yüzümüze vurduğuna inanıyorum.

Bu depremin ideoloji, izm ve ırklar üzerinden birbirinden giderek kopan bir toplumu yeniden bir araya getirmeye vesile olduğuna inanıyorum.

Keşke biz musibetlerle değil, nasihatlerle kendimizi bulsaydık.

Nasihatlerle kendimize gelseydik.

Keşke musibetlerle değil, nasihatlerle birbirimizle yakınlaşsaydık.

Ama olmadı işte!

O sarsıntı bize pahalıya mal oldu.

Sanırım bu sarsıntı, tıpkı uykuda uykusu ağır birini uyandırmak için tutup silkeleme gibi bir şeydi.

Acaba diyorum bu sarsıntılar, bu sarsmalar bizi Allah’a götürür mü, kendimize getirir mi?

Getirsin diye ümit besliyorum.

Getirsin diye dua ediyorum.

Zira deprem gibi bir felaketin uyandırmadığı, değiştirmediği, kendine getirmediği, rabbine götüremediğini başka bir şey kar etmez.

O gece hepimiz gördük ki, yerin üstünde emanet yaşıyoruz.

“Bizim” zannettiğimiz hiç bir şeyin maliki biz değilmişiz.

Ve o ecel bugün olmasa yarın mutlaka gelecek.

Hem şu anda vefat eden o kardeşimizden biri de biz olabilirdik.

Hal böyleyken, mesele ecelin gelip bizi bulması falan değil.

Ecel geldiğinde hangi hal üzerinde olduğumuzdur.

Yapmamız gereken yanlışlarımızdan bir an önce vazgeçmektir.

Bir an önce kendimize gelmek, kendimize bir çeki düzen vermektir.

Yapmamız gereken kalbimizi ve yüzümüzü Alemlerin rabbine döndürmektir.

Çünkü biz her anahtarın O’nun yanında, her şeyin dizgininin O’nun elinde olduğuna iman etmiş bir toplumuz.