Osmanlı Devleti’nin yıkılması; tarih sahnesinden sadece bir devletin çekilmesi değil, başsız kalan koca bir ümmetin yüzyıllardır inanç temelinde birlikte hareket ederken, bir anda bu kabiliyetini kaybetmesidir. Ulus devlet anlayışı, zehirli bir diken gibi ümmetin mazlum coğrafyalarına saçılırken, işini şansa bırakmak istemeyenler, bu dikeni mezhep kavgalarıyla sulayıp, kardeşini katletmeye götürebilecek taassup düşünceleriyle özenle büyüttüler.
Bunun en acı olan ise, Birleşik Krallık ve Fransa arasında imzalanan, Rusya ve İtalya tarafından onaylanan, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması durumunda karşılıklı olarak kabul edilen etki ve kontrol alanlarını tanımlayan Sykes-Picot Anlaşması idi.
Rusya'nın onayı ile imzalanan bu antlaşmaya göre; Rusya'ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı, Fransa'ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları,Britanya'ya Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Basra ve Güney Mezopotamya verilecektir. Fransa ile Britanya'nın elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak, İskenderun serbest liman olacak, Filistin'de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır.
1917'deki Rus devriminden sonra Rusya antlaşmadan ve paylaşımdan vazgeçmiş, Lev Troçki gizli olan bu anlaşmanın bir kopyasını 24 Kasım 1917'de İzvestiya gazetesinde yayınlayarak dünya kamuoyuna Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasına ilişkin gizli paylaşımları açıklamıştı.
Heyhat..! Ne yazık ki amaçlanan olmuştu. Düne kadar birbiri için can verenler, bugün birbirlerinin canlarını kıyabilecek kıvama gelmişti. Ümmet bölünmüş, güya ” bağımsız” devletlerin sınırlarına dikenli teller çekilmiş, kardeşler birbirini göremesin diye mayınlar döşenmişti.
Osmanlı’nın yıkılması ile kendi özgüvenini yitiren Müslümanlar bu ve buna benzer anlaşmaları da görünce tamamen teslim oldular. Yani dün bir olan ve yurt içi tarifelerle ulaşım sağlanan Halep ile Antep, Urfa ile Rakka, Hatay ile Hama, İstanbul ile Şam birbirinden uzak başka diyarların birer beldesi olmuştu.
Aradan geçen zamanda yaşanılanları anlatarak hem kafanızı yormak hem zamanınızı almak istemem.
Yanı başımızdaki Suriye’de 1971 yılında Baas Partisine mensup Hafız Esad denilen bir canavar getirildi.
Suriye’de 14 Mart 1971 – 10 Haziran 2000 tarihleri arasında Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Hafız Esad bu süre içinde Suriye’yi adeta karanlık bir kan kuyusuna çevirdi.
Hafız Esad Hama’da 1982 de yaptığı katliamda 40.000 insanı hunharca katletti.
2000 yılında vefat eden Hafız Esad’ın yerine oğlu Beşar Esad geçti.
Göreve başlayan oğul Esad, babasından daha zalim bir yönetim kurarak Suriye halkına adeta kan kusturdu.
Ta ki 15 Mart 2011 yılına kadar.
2011 yılında Dera’da başlarında 13 yaşındaki Hamza el Hatib'in aralarında olduğu bir grup çocuğun “Arap Bahar”ından etkilenerek bir okul duvarına “Sıra sana geldi doktor” yazısını yazana kadar!.
Çocukları gözaltına alan Esad rejimi, tüm insani girişimleri red ederek Hamza el Hatib'i bırakmayarak, birkaç hafta sonra ailesine parçalanmış cesedini verdi.
Bunu duyan Dera halkı protesto gösterilerine başladı. Esad rejimi bu sivil protesto gösterilerine silahlarla karşılık vererek binlerce insanlı katletti.
Ve akabinde başlayan savaşta geçen 13 yılda yaklaşık 700 bin insanı katledildi.
Suriye halkı yanına İran ve Rusya’yı alan katil Esad rejimine karşı pes etmeyerek direnişe devam etti.
Ve nihayetinde Suriyeli direnişçiler 25 Kasım’da İdlip’ten başlattıkları kutlu yürüyüşü 8 Aralık’ta Şam’ın fethiyle taçlandırdı.
Elbette bu yürüyüşün öncesinde yapılan çalışma ve hazırlıklarla ilgili yazılacak çok şey var.
Ancak gerçek olan bir şey var ki, Osmanlı’nın yıkılışı ile beraber hem Türkiye’de hem Osmanlıya sırtını veren diğer ülkelerde de içeriden ve dışardan büyük yıkımlar ve yenilgiler yaşandı.
Başta Filistin olmak üzere Bosna, Afganistan ve Irak’ta olmak üzere İslam alemi dört bir yandan büyük işgallere maruz kaldı.
Mısır’da, Cezayir’de, Tunus’ta birçok İslam ülkesinde dindarlar iktidara dahi gelmedi.
Ta ki rahmetli Erbakan’ın Refah Partisi ile başlayan ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kurduğu AK Parti’nin iktidar olmasıyla dindarlar yeniden özgüvenlerini buldu.
Sonrasında Afganistan’da Afganlılar yıllardır ülkelerini işgal eden emperyalist ABD’yi ülkelerinden kovdu.
Şimdi Suriye’de 53 yıllık Baas diktatörlüğünü yıkan Bilad-ı Şam’ın çocukları ülkeye hakim oldu.
Bu zafer, elbette 2011 yılında Dera’da okul duvarına “Sıra sana geldi doktor” diyerek yazdığı için şehit edilen 13 yaşındaki Hamza el Hatip’indir.
Bu zafer, İdlib’te yüzü kanlar içinde ağlayan bir çocuğun "Allah’a her şeyi anlatacağım." diyen çocuğundur.
Bu zafer, Ege denizinde kıyıya vuran Aylan Kurdi’nin’dir.
Bu zafer Suriye’nin yiğit evlatları Şehit Abdulkadir Salih ve Zehran Alluş’un’dur.
Bu zafer, 9 Eylül 2014 tarihinde İdlib'in Ram Hamdan köyündeki karargâhlarında toplantı halindeyken, bomba yüklü araçla yapılan saldırıda şehit edilen 45 Ahrar-ı Şam komutanlarınındır.
Bu zafer, İdlib ve Hama kırsalında 13 yıldır çadırlarda yaşayan mazlumlarındır.
Bu zafer kendi evlerini, barklarını bırakarak komşu ülkelerine sığınan mültecilerindir.
Bu zafer, onlara kucak açan, onları bağrına basan, evini ekmeğini paylaşan 85 milyon Türkiyelinindir.
Bu zafer, 13 yıldır içerde ve dışarda Suriye halkına yardım eden STK’ların ve hayırsever iş adamlarınındır.
Bu zafer zekatını, fitresini, infakını Suriyelilere veren Türkiye’nin gönlü güzel insanlarınındır.
Bu zafer, tüm tehditlere rağmen seçim kaybetme pahasına Suriye halkını yalnız bırakmayan Recep Tayyip Erdoğan’ındır.
Bu zafer, birbirine sımsıkı sarılan Anadolu ve Bilad-ı Şam’ın çocuklarınındır.
Bu zafer, Osmanlı’nın yıkılışından sonra tekrar kendine gelen ümmetin çocuklarınındır.
Bu zafer, nihayetinde saçılan onca nifak tohumuna karşı, uzun bir kışın akabinde bütün güzelliğiyle boy veren kardelenler gibi baharın habercilerinindir.
Herkes bilmeli ki; Şam’ın fethi olan bu zafer Özgür Kudüs’ün müjdesi, Endülüs’ün habercisidir.