Haydarı Kerrar Ali (ra) 9
Ali (ra) Hz. Peygamber'in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah’ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.
Dersler ibretler:
- Hilafet ve halife seçimi, bir an dahi geciktirilmemesi gereken bir görevdir.
Hz. Peygamber’in vefat ettiği gün Medineli Evs ve Hazrec kabilelerinin ileri gelenlerinden bazı kimseler Sakīfetü Benî Sâide denilen hurmalıkta toplanarak içlerinden birini devlet başkanı seçmek istediler. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de devlet başkanının nasıl belirleneceği konusunda bir usul vaz’ edilmemişti. Resûl-i Ekrem (sav) de müsait olmadığı zaman genel olarak kendisinin yerine namaz imamlığına Ebu Bekr’i (ra) geçirmişti. Ancak vefatından sonra devletin başına kimin geçeceği hakkında bir şey söylememişti.
Medineli Müslümanlar bu hususta kendilerini yetkili görüyorlardı. Zira onlar Medine’nin yerlileriydi ve hicretten önce de bu şehirde yaşıyorlardı. Çoğunluğunu Mekkeli muhacirlerin teşkil ettiği diğer Müslümanlar ise buraya sonradan gelmişler ve yanlarına sığınmışlardı. Dolayısıyla Resûlullah vefat edince riyâsetin kendi hakları olduğunu düşünmeye başladılar ve toplantıda bu makama Sa‘d b. Ubâde’yi aday gösterdiler. Sa‘d b. Ubâde Hazrec kabilesinin reisiydi ve devlet başkanlığının Ensar’ın elinde bulunmasını istediği için teklifi kabul etti. Yaptığı konuşmada Ensar’ın İslâmiyet’i benimsemek ve korumak suretiyle fazilet kazandığını, Kureyşliler’in Hz. Peygamber’e eziyet ettiğini anlattı. Ensar’dan bazı kimseler ise Sa‘d’ın riyâsetini uygun bulmuyorlardı. Ayrıca onlardan bir kısmı, muhacirlerin bu duruma rıza göstermemesinin muhtemel olduğunu söyleyerek konunun başka yönlerine de dikkat çektiler. Bu arada Kureyş’ten bir emîr, ensardan bir emîr seçilmesini teklif edenler de oldu.
O sırada Ömer (ra) Ensar’ın toplandığını öğrendi ve Ebû Bekir’e (ra) durumu bildirdi. Bunun üzerine her ikisi, Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı da yanlarına alarak toplantı yerine gittiler. Burada uzun bir konuşma yapan Hz. Ebû Bekir, Resulullah'ın (sav) kabilesine mensup olan muhacirlerin ona ilk önce iman ettiklerini ve kendisine yardımda bulunduklarını, çeşitli eziyet ve işkencelere dayandıklarını anlattıktan sonra Hz. Peygamber’in dostları ve akrabaları sıfatıyla emirliğin onların hakkı olduğunu söyledi. Bu arada Ensar’ın faziletlerini dile getirip İslâmiyet’e ve Resûl-i Ekrem’e yaptıkları hizmetlerin inkâr edilemeyeceğini, ilk muhacirlerden sonra en şerefli kimselerin Ensar olduğunu belirtti ve Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde’den birini halife seçmelerini istedi.
Ancak onlar, “Allah’a andolsun ki, sen sağken bu görevi üzerimize alamayız. Çünkü sen ilk muhacirlerin en meziyetlisi, hicret sırasında mağarada bulunan iki kişiden birisi ve namaz kıldırmakta Resulullah'ın (sav) halifesisin; uzat elini sana biat edeceğiz” diyerek ona doğru yürüdüler. Bu sırada Ensar’dan Beşir b. Sa‘d onlardan önce davranarak Hz. Ebû Bekir’e biat etti. Onun arkasından Sa‘d b. Ubâde hariç orada bulunanların hepsi Ebu Bekr’e (ra) biat ettiler. Ertesi gün de Mescid-i Nebevî’de Medine’deki Müslümanların büyük bir kısmı biat etti. Hz. Ali ile diğer bazı sahâbîler ise daha sonra biat etmişlerdir. Böylece Hz. Ebû Bekir Medine’deki Müslümanların büyük bir çoğunluğunun biat etmesiyle halife seçildi.
- Ebu Bekr ve Ömer’in (ra) Beni Saide bahçesindeki toplantıya müdahil olmaları, riyaset sevdası sebebiyle değil, olası büyük bir fitnenin önünü almak içindir.
Bir asırdan fazladır, İslam ümmetinin halifesizlik sonucu yaşadıkları felaketler malumdur. İki milyara yakın ümmet, adeta çobansız sürü misali darmadağın ve parya halindedir. İslam diyarının her yanı hakikaten veya hükmen işgal altındadır. Her yanda savaşlar, katliamlar, sömürü ve talanlar… Tüm bunlar, hilafetin asla boşluk kabul etmediğini net olarak ortaya koymaktadır. Durum bu iken, Şia ve onların algılarına gelenler, sahabeye hakaret etmekle kalmıyor, ümmet içinde de büyük bir fitne ve düşmanlığa sebep olmaktadırlar.
Şia, İslam tarihinin bu gibi kritik safhalarını çarpıtarak, ümmet içinde fitne çıkarmak için her türlü yalan ve iftirayı uyduruyor. Güya Resulullah'ın (sav) na’şı şerifleri daha yerdeyken, onlar riyaset sevdasına düşmüş, danışıklı döğüşle hilafete konmuşlar. Buna daha bir sürü başka iftiralar da ekleyerek, önemli bir tarihi olayı, tersyüz ediyorlar. Daha da ileri giderek, hilafet yerine imamet diye bir hikaye uydurup bunun da Allah (cc) tarafından ezelden Ali (ra) ve onun soyuna verildiğini iddia ediyorlar. Tabi ilk üç halifeyi, imameti gasp ettikleri içi (haşa) lanetliyorlar. Diğer sahabeleri de bu gasıp halifelere biat edip onların gasplarını onayladıkları için tekfir ediyor ve onlara her türlü iftira ve hakareti ibadet sayıyorlar. 15 asırdır bu iftiraları köpürterek, kendi taraftarlarındaki kim ve nefreti hep diri ve canlı tutmak için yapmadıklarını bırakmıyorlar. Her yıl aşura gününde yaptıkları Kerbela mersiyeleri, ve kanlı gösterileri de bu kin ve nefreti körükleyip harlamak içindir.
Osman (ra) döneminin ikinci yarısından sonra başlayıp o gün bu gündür devam eden ihtilafların körüklenmesi, ihtilafın iftiraka dönüştürülmesi, sonra da düşmanlık ve kardeşlik kavgalarının sür git devam ettirilmesi, işte bu gibi iftiralara dayanmaktadır. Şia’yı üretip yöneten ve yönlendiren derin güçlerin gayesi, ne Resulullah'ın (sav) na’şına saygı, ne ehli beytin hukuku, ne de ümmetin selametidir. Aksine onlar, ümmetin devri saadetteki gibi bir ve beraber olup yeniden dünyada İslam adaletini tesis etmesi ve dünyaya hakim olmasından korkuyorlar. Tüm çabaları, bunu geciktirmek, hatta mümkünse engellemek içindir. Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...