Ahmed Câmî hazretlerinin bir zaman canı zerdâli istedi. Nefsine; "Bir yıl oruç tutarsan zerdâli veririm." dedi. Nefsi bunu kabûl etti. Bir yıl oruç tuttu. Bir yıl, tamam olunca nefsi seslenip; "Ben hizmetimi bitirdim. Sen de verdiğin sözü yerine getir!" diyordu.
Babadan miras kalan bir bağı vardı. Oraya gitti. Bağda bir hayvan öldürülmüş ve karnı deşilmişti. Mîdesinde çiğnenmeden yutulan zerdâliler vardı. Onlardan bir tane alıp temizledi. Nefsi feryad edip; "Senin bana vermeyi söz verdiğin zerdâli böyle hayvan mîdesinden çıkarılan zerdâli değildi." dedi. "Bu da zerdâlidir. Eğer îtirâz edersen, bunu da vermem." dedi. Nefsi kabûl etmedi. "Tek bana bunu verme! Başka bir şey istemem." dedi. Sonra birkaç tâne zerdâliyi daldan kopararak eline aldı.
Dostu Ebû Tâhir'in yanına varınca, zerdâlileri önüne koydu.
- Ahmed! Bize vakıf zerdâlisi mi getirdin? dedi.
- Vakıf değildir. Kendi ağacımdan, kendi elimle toplayıp getirdim, dedi.
- Vakıf zerdâlisi getiriyorsun, sâhibiyim diye bize veriyorsun, bizi görmüyor sanıyorsun, dedi.
Edepsizlik olmasın diye sustu. İçinden de Allahü teâlâya münâcaat edip; "Yâ Rabbî! Sen de biliyorsun ki, bu zerdâlileri, babamdan bana mîras kalan bağdaki kendi ağacımdan alıp getirdim. O ise vakıf zerdâlisi olduğunu söylüyor. Bu işin doğrusunu onun kalbine ilhâm eyle!" dedi. Biraz sonra Ebû Tâhir oğlunu çağırıp;
- Git, kendi süründen bir koyun getirip kes. Açlık Ahmed'in başına ve beynine vurmuş, ne söylediğini bilmiyor. Vakıf zerdâlisini, kendi malı sanıyor. Çorba ve et pişirsinler, dedi.
Çorba ve eti pişirip getirdiler. Ahmed Câmî'nin gönlüne, bu etten ve çorbadan yememek geldi. Çünkü helâl değildi. Sâdece kuru ekmek yedi.
Ebû Tâhir; - Niçin yemiyorsun? diye sorunca;
- Böyle hoşuma gidiyor., dedi. Isrâr etti. Bunun üzerine kalbine gelen ilhâmı anlattı. Oğlunu çağırıp, koyunu nereden getirdiğini sordu.
Oğlu;
- Sürü uzak gitmişti. Siz acele istediğiniz için, eti falan kasaptan aldım, dedi.
Kasabı çağırıp sordular. Kasap:
- Bu koyunu bekçi haksız olarak bir yerden almış. Bana getirdi. Ben de kestim. Yarısını bekçi alıp gitti. Diğer yarısını da, oğlunuz gelince ona sattım, dedi.
Bu hal anlaşılınca, Ebû Tâhir başını önüne eğdi. Ahmed Câmî de kalkıp yakında bulunan mağaraya gitti. Orada ona bir ağlama hâli geldi. "Yâ Rabbî! O etin durumunu ona gösterdin. Zerdâlinin de durumunu ona ihsân eyle." diye münâcaatta bulundu. Bu sırada Ebû Tâhir mağaraya geldi. Arkasından Hızır aleyhisselâm geldi ve;
- Ey Ebû Tâhir! Ahmed'in malına vakıf dersin. Şüpheli ete helâl dersin. Bunu kimden öğrendin? Ahmed'in mertebesi çok yüksektir, buyurdu. Ebû Tâhir o zaman meseleyi anlamış oldu.