Okudunuz mu İngilizce öğretmeni bir kardeşimizin gençlerle ilgili o söylediklerini.
Şahsen ben okuduğumdan beri kendimi bir türlü toparlayamadım.
Bakın ne diyor o öğretmenimiz:
"Ben özel bir okulda İngilizce öğretmenliği yapıyorum. Öğrenci profilinin gözlerimin önünde yıldan yıla çöktüğüne, çürüdüğüne şahit oluyorum. Çocuklar her geçen gün daha hırçın, daha ahlaksız ve daha vurdumduymaz oluyorlar.
Söz alamadıklarında hırçınlaşıyor, sıralara vurup ağlıyor ya da bağırıyorlar. Ahlaksız dediğim için çok üzgünüm ama maalesef gerçek böyle. Sınıfta küfür ediyorlar, öğretmenin sınıfta olması, olmaması onlar için hiçbir şey ifade etmiyor.
En acısı da birbirlerinin başlarına bir şey geldiğinde dalga geçiyorlar ya da umursamıyorlar. Empati duygusundan tamamen yoksunlar.
Sınıfta ailelerinden bahsetmelerini istediğimde, herkesin kendi hayatıyla ilgilendiğini ve bunun onlar için çok daha rahatlatıcı olduğunu söylüyorlar. Beraber vakit geçirmek bir tarafa evde birbirlerini gördüklerini bile düşünmüyorum.
Haftalardır gördüğüm ve yaşadığım şeyler, mesleği bırakmayı düşünmeme sebep oluyor. Çünkü sınıf içlerinde ders işlemek neredeyse imkansız hale geldi. Artık onlara bir şeyler verebileceğime inanmamaya başladım.
Her şeyleri vardı ama hiçbir şeyleri yok gibiydiler." Yazmıştı Cemile Aktemur kitabında. Ne kadar doğru değil mi? Odaları oyuncak dolu. Hepsi plastik kaplarda arkalarında duruyor. Önlerinde tabletler, telefonlar, bilgisayarlar...”
Ne vahim bir durum değil mi?
Yüreğimiz parçalayan bu gerçekler karşısında, tek kelime ile aciz bir duruma düşüyoruz.
Çocuklarımız gözlerimizin önünde kayıp gidiyor.
Daha ağır olanı ise, bu durum karşısında bağırmaktan başka bir şey yapmamamızdır.
Oysa bunlar bizim çocuklarımız.
Bunlar bizim geleceğimiz, canlarımız.
Biz bunlardan hem bu dünyada mesulüz, hem de ahirette hesaba çekileceğiz.
Çünkü onlar çocuk, onlar genç, onlar daha ergen.
Hem birey, hem toplum, hem de devlet olarak her şeyi bir tarafa bırakıp bu işe eğilmemiz lazım değil mi?
Çocuklarımız elimizden gittikten sonra geriye neyimiz kalır!
Çocuklarımızdan daha değerli neyimiz var bizim?
Hal böyleyken, ağlayıp sızlamayı bir tarafa bırakıp acil önlemler ve kararlar almalıyız diye düşünüyorum.
Hem de çok acil!
O öğretmen kardeşimizin söylediklerinden şunu çıkardım ki, sorun da biziz, çözüm de.
Sorunun başı biz olduğumuz için, çözüm de bizden başlıyor.
Devletin geceleri saat 21:00’dan sonra internet ağını kesmesini bekleyemeyiz herhalde.
Keşke ama bu şu anda mümkün görünmüyor.
O halde bu uygulamayı, birey olarak evimizde yapmak zorundayız.
Görünen o ki, sanal dünyası denen bu illetten tamamen kurtulmak çok zor ama gerçek hayata dönmek deelbet mümkün.
Değil sokaklarda, evlerde herkesin yalnızlaştığı, birbiriyle muhabbet edemediği, hatta birbirini görmediği evlerimiz birer zindan değil de nedir.
Hatta zindan bile bu evlerimizden daha iyidir.
Bir baba, bir eş, bir amca, bir dayı olarak ben bugünden sonra bu konuda ciddi bir karar almış bulunuyorum.
Gazeteci olmama rağmen, her gece yukarda yazdığım saat itibariyle sanal dünyadan birkaç saatliğine ayrılıyorum.
Evime, çocuklarımıza, akrabalarıma dönmek üzere.
Sizde dönün lütfen.
Evlerinize dönün.
Eşlerinize, çocuklarınıza, akrabalarınıza, komşularınıza dönün.
Onların size, sizin de onlara ihtiyaçları var.