Padişahlardan biri, adını anmanın bile insanı ürküteceği korkunç bir hastalığa yakalanmıştı.
Yunan hekimleri tedavisine imkân bulamadılar. Yalnız şu nokta üzerinde ittifak ettiler: Şu ve şu şekilde bir insanın ödünden başka bu derdin çaresi yoktur.


Padişah emretti, aradılar, taradılar, istenilen nitelikleri bulunduran bir köylü çocuğu buldular. Padişah, çocuğun annesiyle babasını çağırtarak birçok para ve ihsan karşılığında onları ikna etti. Kadı da, “Padişahın selâmeti için ahaliden birinin kanı dökülebilir” diye fetva verdi. Yapılacak iş kalmadı. Çocuğu cellâda teslim ettiler. Cellât, vazifesini yapmaya hazırlanırken, çocuk başını semaya kaldırarak acı acı gülmeye başladı. Çocuğun bu gülmesi, padişahın merakını çekti, çocuğa dedi ki:
-Şu hal, senin için gülecek bir hal değildir. Söyle, niçin gülüyorsun?


Çocuk dedi ki: 


-Evlâdın nazını çekecek, anasıyla babasıydı. Onlar beni değersiz bir menfaat karşılığında feda ettiler. Dava, kadılar huzuruna çıkarıldı, adalet onlardan beklenirdi. Onlar da katline fetva verdi. Padişah ise, kendisinin sağlığını benim kanımın dökülmesinde görüyor. Şu halde Allah’tan başka yardımcım kalmamıştır da ...
Ey Allahım, halimi kime şikâyet edeyim. Adaleti ancak senden beklerim, çünkü sen şanı yüce olansın.

Padişah bu sözlerden pek üzüldü, gözleri yaşardı. “Masum bir yavrunun kanına girmektense benim ölmem daha iyidir” diyerek çocuğu bağrına bastı, öptü, okşadı ve birçok bağış ve ihsan yaparak onu serbest bıraktı. Rivayet ederler ki padişah o hafta içinde devasız derdinden iyileşti.

Nil kıyısında dolaşırken bana bir fil çobanı çok güzel bir beyit okumuştu, onu hiç unutmam:
Hani her gün çiğneyip geçtiğiniz karıncalar var ya, işte aynen bunun gibi bir gün sizi de filler ezer geçer.
Gülistan – Şeyh Sa’di-i Şirazi